Normal şartlar altında görülmekte olan davaları pek almam. Yargılama başlamış, cevaplar verilmiş, deliller sunulmuş, duruşmada hâkim ve karşı tarafın avukatıyla temas kurulup ilk izlenimler edinilmiş, kısaca işin çoğu bitmiş. Bunlardan sonra dosyada bir şeyler yapmaya çalışmak, pişmiş aşa su katmak gibi oluyor. Tabii istisnalar her zaman mevcut. Geçenlerde bir arkadaşı kıramayıp Beykoz Adliyesi’nde görülen bir davayı aldım. Müvekkil avukatıyla sorun yaşamış, tam şahitlerin dinleneceği duruşma öncesinde ortada kalmış. Kısa bir çalışmanın ardından, duruşma günü şahitleri de alıp adliyeye gittim.
Duruşma saati geldi, geçti ama duruşma salonunun kapısı açılmadı. Duruşmaların zamanında başlamaması “olağan” bir durum olduğundan başlangıçta çok dert etmedim. Ancak etrafta birçok avukat olmasına rağmen bizim duruşma salonunun önünde bir tek benim bekliyor olmam biraz kıllandırdı beni. İşin ilginç tarafı, duvarda duruşma listesi de asılı değildi. Tam fırtına öncesi sessizlik. “Yanlış gün mü geldim acaba” diye düşündüm ilk olarak. Hani daha önce yapmadığım şey de değil. Kontrol ettim, zapta göre gün de saat de doğru. Hayırdır inşallah…
Bu arada, duruşma başlamayınca, bizim şahitler sohbete başladılar. Ben de ister istemez kulak misafiri oldum. Şahitlerden bir tanesi, Teymur Bey, benim müvekkile âşıkmış. İki senelik bir ilişki yaşayıp ayrılmışlar. Hala seviyormuş ama benim müvekkil şimdi başka birisiyle berabermiş. Ona böyle şey yapılır mıymış falan filan. Öbür şahit de arkadaşını teselli edip duruyor.
Birkaç dakika daha bekleyip mahkeme kalemine gittim. “Yahu” dedim, “ne zaman başlayacak bizim duruşma?” Kalemdeki memur, hâkim ile kâtibin biraz önce çıktığını, tahminen duruşmanın başlamak üzere olduğunu söyledi. Duruşma salonuna döndüm ama kapı hala kilitli, hâkim ile kâtip ortalarda yok. Bu arada bizim şahidin aşkı son sürat devam ediyor. Arada hüzünlü bir şekilde eski güzel günleri anlatıyor, sonra deli deli gülüyor, ardından “Tülaaay, geri dön Tülaaay”a bağlıyor. Bir dokun, bin ah işit.
Bekle bekle olacak gibi değil, dayanamayıp bir daha gittim kaleme. “Yahu” dedim, “ne zaman başlayacak bizim duruşma?” Deja vu! Ama bu sefer daha bir sert söyledim tabii. İlki “Rica etsem duruşmanın ne zaman başlayacağını istirham edebilir misiniz beyefendi” ise, ikincisi “S.çtırtma babanın şarap çanağına, biz eşekbaşı mıyız len yarım saattir bekliyoruz kapı önünde” der gibi. Memur, “Avukat bey, duruşma çoktan başlamış olmalı. Siz nerede bekliyordunuz?” diye sordu. Ulan nereye bekleyeceğim? Duruşmayı kafeteryada yapacak halleri yok ya! “Arkadaşım” dedim, “sen benimle dalga mı geçiyorsun? Duruşma salonundan geliyorum işte.” Dedi ki, “Siz çok yanlış gelmişsiniz o zaman. Hâkimimiz bugünkü duruşmayı nikâh salonunda yapıyor.” Yuh! Nikâh salonu nedir ya? İşte hukuk sistemimizin içler acısı hali. Para denkleştirip bir düğün bile yapamıyorlar!
Bunca yıl bu mesleği yaptıktan sonra insana her şey doğal gelmeye başlıyor! Neden, nasıl sorularını bile sormadan elimde dosya, sırtımda cüppe, şahitleri de yanıma alıp çıktım adliyeden dışarı. Şahitler merak içinde nereye gittiğimizi sorunca, nikâh salonuna gittiğimizi söyledim. Önce şaka yapıyorum sanıp sırıttılar, ciddi olduğumu anlayınca da haklı olarak “Nikâh salonunda ne işimiz var avukat bey?” diye sordular. Ben de sakin bir şekilde, “Adaleti everiyorlar arkadaşım. Nikâh kıyılmadan yetişmemiz lazım” cevabını verdim. Gerginliğimi fark etmiş olacaklar ki, başka soru gelmedi.
Dışarıda hızlı bir tur atıp, nikâh salonunu bulamayınca, karşıdaki amcaya nikâh salonunun yerini sormaya karar verdim:
- Selamlar amca, nikâh salonunun yerini biliyor musun?
+ (Sırtımdaki cüppeye bakarak) Sen nikâh memuru musun?
- Yok amca, ben avukatım.
+ (Gülerek) Tabii tabii. Bu yanındakiler kim, nikâh şahitleri mi?
# Evet amca, biz şahidiz.
- Len oğlum iki dakika efendi gibi durun, karıştırmayın adamın kafasını iyice.
+ Kimin nikâhı vardı bugün?
- Amca nikâh falan yok yaa. Anlatması uzun iş şimdi. Sana laf anlatırken geç kalıyoruz. Sen nikâh salonu nerede biliyor musun, bilmiyor musun?
+ Şu bankanın yanındaki kapıdan gireceksin.
Ben kapıdan girerken, arkamdan arkadaşına seslendi: “Recep bak bak, nikâh memuru nikâhı kaçırmış, şahitler de yanında.” Tövbe tövbe. Zaten geç kaldığımdan dönüp laf yetiştiremedim. Beykoz Belediyesi’nin bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak nikâh salonuna girdim. O ne manzara! Hâkim ve kâtip nikâh masasında, avukatlar ise önlerindeki süslü, fiyonklu sandalyelerde oturuyor. Ben daha “Durun, siz evlenemezsiniz, çünkü kardeşsiniz” diye bağıramadan hâkim duruşmayı bitirdi.
O sinirle gidip hâkimi yakaladım. Dedim, “Bu nedir hâkim bey allasen, nikâh salonunda duruşma mı olur?” Hâkim, taraf sayısı çok fazla olduğundan duruşma salonlarının yetersiz kaldığını, mecburen adliyenin yanındaki nikâh salonuna geçtiklerini anlattı. Ben duruşmayı kaçırmanın siniriyle dayanamadım, başladım söylenmeye. Duruşmaya giren avukatlardan biri aklı sıra espri yapmak için “Meslektaşım, dosyayı almışsınız ama tam hazırlanamamışsınız sanırım” diye araya girmesin mi. “Üstadım, önümüzdeki duruşmaya hazırlıklı gelirim, size de bir çeyrek altın takarım artık!” diye yapıştırdım cevabı. Öyle ortaya böyle gol kaçmaz sonuçta. Bırakın laf söylemeyi, göz teması bile kurmadı bir daha.
Dışarı çıkınca bizim amca gördü yine beni. Yanıma gelip, “Ne oldu” diye sordu, “kıydın mı nikâhı?” Neyi anlatacaksın ki? “Yok amca” dedim, “geç kalmışız. Kızımız Adalet beklemiş beklemiş, sonra gitmiş. Normalde hep adalet geç gelirdi, bu sefer de biz geç kalmışız.” Ben bir köşede amcaya dert anlatırken, Teymur Bey de arkada diğer şahide yaslanmış, gözleri yaşlı şarkı söylüyordu: “Nikâhına beni çağır sevgilim, istersen şahidin olurum senin…”