top of page
Yazarın fotoğrafıavukados

Tanju Çolak Ölmüş!

Ön Bilgi: Bu yazı, 16 Haziran 2015 tarihinde #DirenTerazi blogunda yayınlanan “Rizeliyiz” isimli yazıda müvekkilim Engin Karabacak tarafından yöneltilen “Mahkeme tam 9 yıl sürdü. (…) Ozan Gülhan gerçekten takip ettin mi, yoksa tesadüfen mi beraat ettim?” sorusuna cevaben yazılmıştır.


Meslekte ilk yıllarım. Şimdiki gibi yalan ile doğruyu müvekkilin gözüne bakar bakmaz ayırma yeteneğim tam gelişmemiş. Engin’le de yeni tanışmışız; daha huyunu, suyunu pek bilmiyorum. Dışarıdan bakınca çok ciddi bir adama benziyor. “Dış görünüş yanıltıcıdır” diye boşuna demiyorlar!


Bir gün birlikte televizyon seyrediyoruz. Bir kanalı açtım, Tanju Çolak’ın Samsunspor yıllarını anlatıyorlar. Kanalı değiştirdim, Tanju bu kez de milli takım formasıyla güzel bir plase gol atıyor. Kanalı bir kez daha değiştirdim, ulan bu kez de adam UEFA Altın Ayakkabı Ödülü’nü alıyor. Sonrasında Engin’le aramızda şöyle bir konuşma geçti:


- Bu ne yaa, her kanalda Tanju?

+ Haberin yok mu abi?

- Neden haberim yok mu?

+ Tanju Çolak ölmüş!


Arkadaş, normalde zerre kadar hazzetmem Tanju’yu ama kör ölür, badem gözlü olurmuş ya, işte tam öyle bir şey oldu. Gereksiz bir hüzün kapladı beni. Bir Tanju muhabbeti başladı, gitti. Engin, Tanju’nun Neuchâtel Xamax’a sağ ayağının içiyle attığı Galatasaray’ın dördüncü golünü anlattı; ben de 7-1’lik Fenerbahçe-Karşıyaka maçında attığı altı golü yâd ettim.


Bundan sonraki iki ay boyunca her gördüğüm adama Tanju Çolak’ın öldüğünü anlattım. “Nasıl olur, Tanju ölse mutlaka duyardık” dediler, “Yahu olur mu öyle şey, daha geçen hafta bir televizyon programında yorumcuydu” dediler, dediler de dediler. Tabii ben bunlara hiç aldırış etmedim. Hatta milletin haberi olmadığını görünce, her muhabbeti döndürüp dolaştırıp Tanju’nun ölümüne getirdim. Ta ki ikinci ayın sonunda televizyonda Tanju’yu canlı yayınlanan bir spor programında konuk olarak görünceye dek! Ah Engin ah!..


İlerleyen dönemde buna benzer başka olaylar da yaşadık. Engin’in söylediği en mantıklı şeylerin kurmaca, en saçma şeylerin ise hakikat olabileceğini hayretler içerisinde öğrendim. En son, geçenlerde Eelijah Wood’un, yani Yüzüklerin Efendisi serisindeki Frodo’nun Selda Bağcan hayranı olduğunu, özellikle Yaylalar Yaylalar şarkısına bayıldığını söyledi mesela. Ben o gün gülüp geçmiştim ama birkaç gün önce internette ikisinin birlikte çektirdiği fotoğrafları gördüm. Yok artık yaa! Kesin bilgiymiş, yayalım.


Tanju Çolak vukuatından birkaç ay sonra Engin yanıma gelip bu kez de bir davadan bahsetti. Neymiş efendim, bunun üniversitede olmadığı bir gün okulda kavga çıkmış, hiçbir şeye karışmamasına rağmen ertesi gün bunu da gözaltına almışlar. Bir gün gözaltında kaldıktan sonra, ertesi gün doğru Sultanahmet Adliyesi’ne... Savcılık ifadesine şansına barodan memleketlisi bir avukat gelmiş. Bizimki avukata olaylara karışmadığını söyleyince, avukat göz kırpıp, “Kırk yıllık avukatım, vallahi böyle muhteşem savunma görmedim” demiş. Ancak Engin yine rahat durmayıp, ifade verirken savcıya posta koymuş. Şimdi ağır ceza mahkemesinde yargılanıyormuş, ertesi gün duruşması varmış, benim de gelmemi istiyormuş falan. Bütün olayı tek nefeste özetleyiverdi. “Len oğlum” dedim, “ne anlatıyorsun sen yine?”


Ben, “bizim çocuk yine kurusıkı atıyor” diye düşündüm ilk. Ancak her ihtimale karşı ertesi gün söylediği duruşma saatinde Sultanahmet Adliyesi’ne gittim. Arkadaş bir baktım, kapının önünde iki otobüs polis bekliyor. “Herhalde yine siyasi bir dava var adliyede” dedim kendi kendime. Adliyeye girdim, elli kadar polis de içeride var. Hayırdır inşallah, bu kadar önlem aldıklarına göre önemli bir dava olmalı. Ağır ceza mahkemesinin önüne bir gittim ki, yaklaşık elli polis de orada, bizim duruşma salonunun önünde bekliyor. Anladım ki, bizim iş öyle iki dakikada bitmeyecek. Duruşma listesini kontrol ettim: Tek bir dosya, yüzden fazla sanık, Engin de içlerinde. Meğer bu kadar polis bizim dosya içinmiş, güvenliği sağlanacak siyasi dava, bizim davaymış!


Duruşma öncesinde dosyaya bir bakmak istedim ama imkânı yok. Mübaşir elli civarı klasörü gösterip, sırıtarak nereden başlamak istediğimi sordu. Haliyle dosyayı daha sonra incelemeye karar verdim. Ne de olsa bizim savunma belli. Ben duruşma salonunda beklerken dışarıda bir bağırış, çağırış oldu. Slogan ata ata bir grup öğrenci geldi, Engin de onlarla birlikte. Arkalarından aynı şekilde karşıt başka bir grup. Polis hemen girdi araya, tampon oldu, parça parça duruşma salonuna aldı bunları. Duruşma başladı, bizimki yine döktürüyor: “Ben o gün okulda yoktum, olaylarla hiçbir bağlantım yok.” Engin bunları söyleyip, bana döndü. Hemen bir göz kırptım buna, hayatımda böyle güzel savunma görmedim hesabı. Duruşmanın ne kadar sürdüğünü ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.


İlerleyen günlerde dava dosyasını aldım, inceledim. Dosyadaki tek delil, üniversite güvenliğinin sunduğu kamera kayıtlarıymış. Bu kayıtların incelenmesi için dosya bilirkişiye gidecek, bilirkişi sanıkların fotoğraflarıyla kamera kayıtlarını karşılaştırıp bir rapor hazırlayacak. Tabii dosyanın bilirkişiye gidebilmesi için öncelikle tüm sanıkların ifadelerinin alınması gerekiyor. Gerekiyor gerekmesine de ne mümkün. Sanıkların bir kısmı şehir dışında, bir kısmının ise nerede olduğu bile belli değil. Durum böyle olunca yargılama uzadıkça uzadı. Engin de tabii beni her gördüğünde müvekkil edasıyla savunmamız hakkında sorular sorup durdu:


(Birinci sene)

+ Abi, dosyaya yazılı savunma vereceğiz değil mi?

- Vereceğiz tabii ki ama hemen değil. Dosya elli klasör, savunmayı şimdi sunarsak arada kaybolup gider. Onun için savunmayı dosya bilirkişiye gitmeden hemen önce sunacağım.

(Üçüncü sene)

+ Bizim yazılı savunmayı sundun mu abi?

- Hala ifadeler alınıyor Engin ama sen hiç merak etme, acayip bir savunma hazırlayacağım.

(Altıncı sene)

+ Bizim acayip bir savunma vardı, ne oldu?

- Yav o değil de, bir İlhan İrem vardı hani, o nooldu?

+ Hala vermedin yani?

- Acele etmeye gerek yok. Tam dosya bilirkişiye gitmeden önce…

(Dokuzuncu sene)

+ Yazılı savunma?

- Kafamda. Attım hafızaya. Beyin bedava.

+ Abi, sen benim dosyayı takip ediyorsun değil mi?


Biz böyle konuşurken, dokuzuncu senenin sonunda, hiç olmaz ya (!) enteresan bir şey gerçekleşti ve Sultanahmet Adliyesi’ni su bastı. Adliyeyi su basınca, bodrum kattaki adli emanet bölümü de bundan nasibini aldı. Engin’in dosyasındaki tek delil olan kamera kayıtları sular altında kalarak kullanılamaz hale geldi. Mahkeme de bu olaydan sonraki ilk duruşmada delil yetersizliğinden tüm sanıkların beraatine karar verdi.


Şimdi itiraf etmek gerekirse, sen biraz tesadüfen beraat ettin Engin Karabacak ama o deliller zarar görmeseydi de beraat ederdin bence. Sonuçta ipten adam alan bir avukatın var. Ancak yanarım yanarım da, dokuz yıl boyunca herkesten sır gibi sakladığım o muhteşem savunmayı dosyaya sunamadığıma yanarım. Ulan ne acayip savunmaydı o bee…

59 görüntüleme
bottom of page