Üç koca klasörlük tebligatı bize ulaştırmak için sabahtan öğlene kadar taşıyan postacı, büroya vardığında dilekçeyi basan yazıcının kartuşuna dahi sövüyordu. Kartuşa gelene kadar davayı açan bendenize ve davaya cevap veren avukata ne kadar küfrettiğini siz düşünün artık. Postacının küfürler arasında şöyle şeyler söylediğini hatırlıyorum: “Fıtık oldum, fıtık, fıtık. İnsafsızlar. Şeytan diyor ki, dök tebligatların üzerine benzini, çatır çatır yak hepsini! Yük eşeği yaptılar bizi, yük eşeği, yük, yük!” Tebligat parçasını imzalatırken merakla dilekçenin kaç sayfa olduğunu sormayı da ihmal etmedi. Hakkı sonuçta adamın, sabahtan beri evladı gibi taşıyor. Son sayfaya bakıp, “Elli sayfa” dedim, “gerisi de ekleriymiş.” Kendini tutamayıp, “B.k var o kadar yazacak” diye söylendi çıkarken.
Hakikaten b.k var o kadar yazacak. Dava, basit bir alacak davası. Müvekkilden malları almışlar, parasını vermemişler. Arkadaş, ben davayı iki sayfalık dilekçeyle açmışım. İlk sayfanın yarısı zaten mahkeme adı, taraf bilgileri ve konudan oluşuyor. İkinci sayfanın yarısı da kanun maddeleri, deliller ve talepler falan. Davaya ilişkin açıklamalarımın toplamı bir sayfacık ediyor yani. Ancak bence yeter de artar bile. Ticari defterler incelendiğinde her şey kabak gibi ortaya çıkacak sonuçta. Bu nedenle, açıklamalarımı özetle, “La bu alacaklı size ne etti kardeşim!” üzerinden yapmayı yeterli görmüşüm.
Sanki malum olmuş gibi, ben dilekçeyi tebliğ aldıktan yarım saat sonra müvekkil aradı, davasının son durumunu sordu. Cevap dilekçesinin geldiğini öğrenince, tarayıp kendisine de göndermemi istedi. Dilekçenin ekler hariç elli sayfa olduğunu, bu sebeple taramanın vakit alacağını söyledim. Bunu duyunca söylenmeye başladı. İki sayfalık “kıytırık” bir dilekçe yazmışız, karşı tarafın elli sayfalık dilekçesiyle haklı davamızı kaybetme noktasına gelmişiz, bu nasıl bir avukatlıkmış. Dedim, “Sakin ol şampiyon.” Elli sayfalık dilekçeyi hiçbir hâkimin okumayacağını, davalı tarafın bu cevap dilekçesiyle aslında kendi bacağına kurşun sıktığını anlatmaya çalıştım. Bizimki ise söylenmeye devam etti: “Şeytan diyor ki, al dosyanı avukattan, kendin takip et. Gerekiyorsa git mafyaya ver, iki güne tahsil etsinler!”
Telefon görüşmesi müvekkilin hararetini kesmemiş olacak ki, bir saat kadar sonra atladı büroya geldi. Hemen onun ardından da bizim patron. Belli ki müvekkil gelmeden önce telefonda konuşmuşlar. Patron gelir gelmez büroda şova başladı: “Siz merak etmeyin efendim, biz misliyle karşılık vereceğiz onlara.” Len ne oluyor, savaşa mı giriyoruz? “Ozan Bey” diye devam etti, “bu dilekçeye hemen davalı tarafın anlayacağı dilden cevap verelim.” Yandık ki ne yandık!
Cevap dilekçesini okumaya başladım, sağ olsun meslektaşım olayları en başından ele almış. Önce gaz ve toz bulutu varmış, derken yaşam başlamış, maymunlar, insanlar derken, Lidyalılar parayı bulmuş, hooop oradan da sonuç bölümünde “borcumuz yok”a bağlamış. Davalı taraf kısaca demiş ki, “Yaptım ama bir sor niye yaptım.” Len niye yaptıysan yaptın, versene oğlum adamın parasını. Elli sayfa boyunca aynı şeyleri tekrar tekrar okumaktan sıdkım sıyrıldı.
Hemen şöyle beş sayfalık güzel bir cevap yazıp patrona mail attım. “Dilekçenin sayfa sayısını biraz arttıralım. Müvekkil bu konuda hassas” şeklinde bir cevap geldi. Kasa kasa on sayfaya çıkarıp tekrar gönderdim dilekçeyi ama yine aynı cevap. Bulduğum Yargıtay kararlarının ilgili bölümünü değil de, tümünü kopyaladım bu kez. Bir de davalı tarafın cevap dilekçesinin beş sayfalık bir özetini ekledim en başa. Yirmi beş sayfa etti ama patronun cevabı yine de değişmedi.
Ne yapayım, ne edeyim derken, dilekçede “müvekkilimiz” yazan bütün bölümleri, “Müvekkilimiz Tellioğulları İnşaat Taahhüt Makine Hafriyat Gıda Denizcilik ve Otomotiv Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi”; “davalı” yazanları da “Davalı Seferoğulları Bağlantı Sistemleri İnşaat Kimyevi Maddeler Danışmanlık Dekorasyon Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi” şeklinde değiştirdim. En az yüzer defa yazdım bunları. Dilekçenin her yeri Yeşil Vadi’ye döndü, arada salıverdim küçük enişteyi!
Dilekçeyi bu haliyle bir kez daha gönderdim ama yine “sayfa sayısını arttıralım” cevabı ile karşılaştım. Ulan daha nasıl arttıralım! Sonra çakallık yapıp, puntoları büyüttüm, yazı stilini falan değiştirdim. Toplamda on beş sayfa da öyle arttı. Beş sayfa özet, on sayfa cevap, on sayfa Yargıtay kararı… Ne etti? Yirmi beş. On beş sayfa da taraf adları ve puntolardan. Topla onları bakalım. Kırk yapar ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin kırkıncı yıldönümü!
Arkadaş, ben bittim, yaz yaz dilekçe bitmedi. On kusurlu hareketin hepsini aynı anda yapsan, üzerine yedi ölümcül günahı aynı anda işlesen böyle ceza verilmez adama. Hem penaltı, hem gol, üzerine de beş yıl hapis! Patronu kırk sayfaya zar zor ikna edip dilekçeyi gönderdim. Birkaç hafta sonra bizim dilekçeye altmış sayfalık yeni bir dilekçeyle cevap verdiler. Biz de ona karşı elli sayfalık başka bir dilekçe yazdık. Bildiğiniz kan gövdeyi götürüyor.
Duruşma günü mahkemeye gittik. Sıra bize gelip de mübaşir, hâkimin önüne klasör halinde dilekçeleri koyunca hâkimin gözleri belerdi. “El insaf yahu” dedi, “bu kadar da yazılır mı! Sayfa sayısını sınırlandıran ara karar verdireceksiniz en sonunda. Sinir sahibi oldum sizin yüzünüzden. Şeytan diyor ki, bırak hâkimliği, dön memlekete, domates, biber ek!” Sonra enteresan bir şekilde, biz duruşmanın yapılmasını beklerken birden bire duruşmalara ara verdi. Hem de ne ara! Normalde en fazla bir saat süren yemek arasını neredeyse iki buçuk saate çıkardı.
Yemek dönüşü siniri biraz yatışmış şekilde duruşmaya başladı. Davalı tarafa ilk itirazları bulunup olmadığını sordu. Anladım ki, hâkim sadece benim iki sayfalık o “kıytırık” dava dilekçemi okumuş. Duruşma bitip çıkarken hâkim bizim hacimli dilekçelere ve verdiği uzun yemek arasına gönderme yaparak “Her şey tadında güzel değil mi?” şeklinde retorik bir soru sordu. O anda bir şey demeden duruşma salonunu boşalttık.
Şimdi şeytan diyor ki, git ofise yüz elli sayfalık bir dilekçe daha yaz da tadından yenmesin! Sonra, “Kurşunların hepsini birden harcama” diyorum kendi kendime. Bunun daha bilirkişi raporuna itirazı var, temyizi var, karar düzeltmesi var. Hâkimin haberi yok belki ama savaş daha yeni başlıyor!..