Bir gün bir avukat, köye hâkim bir dağın zirvesine çıkan yağız delikanlı gibi bağırır: ‘UYAP yoook…’ Sesi yankılanır bütün köyde, civar köylerde, yaban ellerde… Sınırları aşar, derelerden atlar, bulutlardan seker, yurdun dört bir yanına ulaşır bu alarm zili: ‘UYAP yoook…’ Evet, UYAP yok. Sayamadığım günler kadar yok. Benim babam komada kaldı, UYAP’tan daha çabuk düzeldi arkadaşım. Ama UYAP yok. Niye yok? Sistem mi yapılandırılıyormuş, 100 bin bakımı mı gelmiş, yurtdışından yedek parça mı gelecekmiş; bilmiyorum. Ama ‘bakımsız’ hali, bakımlısından çok daha iyiydi emin olun.
Son gün temyizim var. Evet, son güne iş bırakılabiliyor. Hoş, son güne bırakmasam da UYAP epeydir yok. Neden son güne bıraktın diye sormayın. Bırakırım arkadaş. Kabahati bende arayacağınıza, UYAP’ın neden çalışmadığını sorgulayın. UYAP haşmetmeapları izin verdiğinde ara sıra dosyaya eklenen son 10 evrak kısmının çalıştığını fark ettim ya, evrak da gönderirim diye hesaplıyorum. Aklımı seveyim. Bir güzel yazdım, çizdim, neticeler, talepler, her ne kadar’lar havalarda uçuşan bir temyiz hazırladım. Sayın UYAP’a girmek istiyorum ama ‘bugün uygun değilim’ diyor resmen. Sen kapıdan kovarsan bacadan girerim diyerek, internet explorer, mozilla, chrome, yandex ve operadan hunharca ataklar düzenledim. Java meselesine vakıf oldum, neler neler indirdim, neleri neleri güncelledim. Ama dev merdivenlerle UYAP kalesinin surlarına her dayandığımda sistem ya kafamdan aşağıya kızgın yağ döküyor, ya da okçularıyla beni geri püskürtüyor. Koçbaşını alıp yükleniyorum, koçun başı elimde kalıyor. Mancınıkla alevli taş gönderiyorum, iki metre önüme düşüyor. UYAP’a öyle böyle girilmiyor yani. UYAP, UYAP değil, Zigetvar Kalesi. Hey yavrum hey.
O sinirle yerimden fırlıyorum. Her şeyi devamlı yedeklediğim flash diskimle adliyeye doğru yola koyuluyorum. Kaleyi içten fethedeceğim. Direkt kalemde bu işi çözeceğim. Bir saat kaldı. Dilekçenin çıktısını almak için hızla Baro Odası’na çıktım. Neden çıktıları büroda alıp da gitmedin diye sormayın. Almadım arkadaş. Yaklaşık 3 saattir UYAP Kalesi’ne sefer düzenliyorum, bende kafa mı kaldı? Almadım işte. Baro Odası’nda boş bir bilgisayar bulup oturdum, hızla kontrol ‘pe’ yaptım. Sona doğru yaklaşıyorum. Nasıl keyifliyim anlatamam. Hızlı adımlarla komün malı olarak ortaya konulmuş olan (5 çıktıdan sonrası ücrete tâbi) yazıcının başına diğer meslektaşlarım gibi dikildim. Doğumevinin kapısında çocuk haberini bekleyen babalar gibi dilekçe çıktısı bekliyoruz, arada da birbirimize ‘Sizinki temyiz miydi? Sizinki itiraz mıydı? İtiraz ya da temyiz fark etmez, sağlıklı olsun da’ diye sorular sorup yorumlarda bulunuyoruz. Ama ne gelen var ne giden. Yazıcının üzerine yığılmış fasikül büyüklüğündeki evrak yığınına yönelip, birilerinin çıkartıp da almadığı onca kâğıdın içerisinden belki bunların içindedir diye kendimizinkileri bulmaya çalışıyoruz. Ama yok. O esnada bir görevli geliyor ve ‘Kâğıt bitmiş ya’ diyerek bizi gözyaşlarına boğuyor. 15 dakikam kaldı. Kim bilir kaç kişi o yazıcıya evrak gönderdi ve benimki acaba ne zaman çıkacak? Görevli, kâğıtları yerleştiriyor, hepimiz çıkan evrakları bir bir elliyoruz.
- Bu değil. Imm bir adet temyiz. 13. Asliye Ceza kimin?
- Ay benim benim. Sağolun.
- İcra takibine itiraz yazaaaan?
- Eyvallah üstad. Hadi kaçtım ben.
- Temyiz vaaaar!
- Hangi mahkeme?
- 5 Ağır.
- Aman ya. Benimki 8.
Diyaloglar bu şekilde. Bu arada herkes, pazar usulü dağıtılan evraklarını bir şekilde bulup gidiyor, ama benim dilekçe ortada yok. Önceki fasiküle bir o kadar daha evrak ekleniyor. Birkaç dakikam kaldı. Hepsine bir daha tek tek bakıyorum ama yok. Neden sonra görevli, kıyıda köşede kalmış ufacık bir yazıcıdan benim dilekçeyi uzatıp getiriyor. Bütün bilgisayarlar tek yazıcıya bağlıyken benim dilekçe oraya nasıl gidiyor? Ben nasıl bir bahtsız, nasıl bir uğursuz adamım! Dilekçeyi kapıp koşarak Baro’dan çıkıyorum.
Bak UYAP. Ben o gün temyizi yetiştirdim. Ama insan evladına bu yapılmaz. Bana de ki, ben sizinle dalga geçmeyi çok seviyorum. Bana de ki, biz bu medeniyet, teknoloji işlerini kıvıramadık, geri daktiloya dönüyoruz, daktilo bile ileri teknoloji olduğundan artık çivilerle tabletlere veya divitle parşömenlere yazacağız. Bana de ki, sizi hiçbir yere ulaştırmamak ve hiçbir işinizi hızlı bir şekilde gördürmemek için yeminliyiz. Arkadaşlarla toplandık, halinize bakıp bakıp acayip makara yapıyoruz. Bana de ki, biz aslında bir psikolojik araştırma projesiyiz. Kaç kişi delirecek, kaç kişi ekrana kafa atacak, kaç kişi durup dururken elinde bir tane e-imza ile kendi kendine gülmeye başlayacak, kaç kişi son güne kalmış işlerini yetiştiremediğinden kalp krizi sonucu hayata veda edecek, avukat milleti olarak sinir direnciniz, öfke limitiniz, delirebilme kapasiteniz nedir; bunları öğrenmek için biz bir projeyiz ve gayet de başarılı ilerliyoruz. Bana bunu söyle. Ben anlarım. Bak, gerçekten anlarım.
Her neyse… Beyan yazmam gerekiyor. Yaz, götür, tarat derken anca yetişir. Niyeyse dilime de şu türkü dolandı, paylaşmadan edemedim:
Yine de şahlanıyor UYAP
Kolbaşının yandım da UYAP’ı
Görünüyor yandım aman
Bize adliye yolları