"Katil olduğunu bile bile nasıl böyle bir caniyi savunabiliyorsun?" "Hırsız olduğunu gördüğün adamın avukatlığını yaparken hiç mi utanmıyorsun?" "Borcunu ödemediği apaçık ortada, daha ne dilekçesi veriyorsun?" İnsanlar yaptığım işin ahlaki yanıyla ilgili olarak sonu gelmeyen daha nice sorular soruyorlar. Aslında eskiden ben de benzer soruları kendime sık sık sorardım. Ancak yaşadığım bir olay, kafamdaki tüm soru işaretlerini ortadan kaldırdı.
Bir gün baronun CMK Servisi’nden arayıp, bir savcılık sorgusu için görevlendirdiler. Şüpheli hırsızlıkla suçlanıyordu. Müsait olduğum için kabul ettim, atladım adliyeye gittim. Şüpheliyi adliyeye daha önceden birkaç kez karşılaştığım polis memurları getirmiş. İçlerinden biri bana dönüp, “Avukat bey, boşuna kendinizi yormayın; imkanı yok kurtaramazsınız” dedi. Ciddi mi, yoksa şaka mı yapıyor anlamadım önce. Ancak ben dosyayı incelemek için savcının yanına girerken, onlar kapıda akşamın planını yapıyorlardı: “Tam da gününe denk getirdi namussuz. Akşama da maç vardı ya. Şimdi savcıya ifadesini verecek, o hakime gönderecek, o tutuklama kararını yazdıracak. Buradan al, belgelerini hazırla, cezaevine götür, işlemlerini hallet, eve git, saat oldu on. Ancak Rıdvan’a yetişeceğiz.” Tavırlarından anladığım kadarıyla, sadece prosedür yerine getirilsin diye hiçbir ümit olmayan bu dosyaya atanmıştım.
Dosyayı bir okumaya başladım ki, breh breh. Şöyle anlatayım; adamın sabıka kaydını çıkarmaya toner yetmemiş, son sayfalar bildiğiniz silik çıkmış. Dosya konusu olayda da aleyhe kullanılmak üzere bir tek şüphelinin itirafı eksik. O kadar ki, dosya imkanı olsa dile gelip, “Ben yaptım ulan!” diye bağıracak.
İddiaya göre, bizim şüpheli bir eve girmiş; laptop, telefon, para dahil taşıyabileceği ne varsa alıp götürmüş. Görgü tanığının tarifi üzerine, önceden o bölgede hırsızlık suçu işlemiş olan birkaç kişinin evine polis baskını yapılmış. Çalındığı iddia edilen laptop ile aynı renk ve model bir laptop bizim şüphelinin evinden çıkmış. Ardından tanığı da getirip karakolda yüzleştirme yapmışlar. Tanık beş kişinin arasından bizimkini göstermiş. Şüpheli karakolda alınan ifadesinde, olay günü bir alışveriş merkezinin sinemasında yalnız başına film izliyor olduğunu söylemiş. Dosya içinde lehe kullanılabilecek merhem niyetine bile tek bir delil yok.
Dışarı çıkınca şüpheliyle konuştum, “Vallahi ben yapmadım. O muhit zaten Tilki Cemal’indir, kimseyi yaklaştırmaz” dedi. Güler misin, ağlar mısın? “Hırsızım ama karşının hırsızıyım” diyor adam. Evet, bu adamın tescilli bir hırsız olduğu kesindi. Ancak bu dosyada suç işlememiş olma olasılığı bulunuyordu ve daha da önemlisi herkesin savunulmaya hakkı vardı. Şüpheli ile birlikte savcının yanına girdik. Şüphelinin kısa ifadesinin ardından savunmama başladım:
“Müvekkilim suçsuzdur savcı bey. Dosyadaki deliller müvekkilimin suçlu olduğunu ispatlamaya yeterli değildir. İlk olarak, müvekilimin evinde bulunan laptopun çalınan laptopla aynı renk ve modelde olduğu doğru olmakla birlikte, bunlardan Türkiye’de binlerce bulunduğu da bir gerçektir. Laptop üzerinde herhangi bir inceleme yapılmamış, çalınan laptop olup olmadığı belirlenmemiştir. Bu laptop müvekkilime aittir ve bunun aksini gösterecek herhangi bir delil dosyada bulunmamaktadır. İkincisi, yapılan yüzleştirme hukuken geçersizdir. Şüphelinin yanında yüzleştirmeye katılan diğer kişilerin adlarına bakacak olursanız, hepsinin karakolda görevli olan, fezleke, ifade ve diğer belgelerde imzaları bulunan polisler olduğunu görürsünüz. Görgü tanığını karakolda ağırlayan polisler, ardından tiyatro oynarcasına şüphelinin yanına geçmiş ve tanıktan teşhis yapması istenilmiştir. Yapılan işlemle şüphelinin teşhisi değil, aksine teşhiri söz konusudur. Bu geçersiz yüzleştirmenin de müvekkilim aleyhine delil teşkil etmeyeceği açıktır. Müvekkilim sabıka kaydı nedeniyle kolay lokma olarak görülmekte ve dosyanın bir an önce kapanması için bu hırsızlık olayı üzerine yıkılmaya çalışılmaktadır. Kendisi olay esnasında bir alışveriş merkezinin sinemasındadır. Bunu karakol ifadesinde de özellikle belirtmesine rağmen alışveriş merkezinin güvenlik kamera kayıtları dahi istenilmemiştir. Bunlar istenildiğinde gerçek tüm açıklığıyla ortaya çıkacaktır. Dosyada müvekkilim aleyhine kullanılabilecek tek bir delil dahi bulunmamaktadır. Müvekkilimin sabit ikametgahı vardır, kaçma ve delil karatma şüphesi yoktur. Lehe hükümler uygulanarak müvekkilimin salıverilmesini talep etmekteyim.”
İfade bitince dışarı çıktık. Yüzleştirmedeki açığı ve işlemlerdeki eksiklikleri yakaladığımı kapı arasından duyan polislerin şaşkınlığı yüzlerinden okunuyordu. Anlaşılan bu kadarını onlar da beklemiyordu. Savcı, yarım saatlik bir cebelleşmenin ardından kararını açıkladı ve şüpheliyi salıverdi. Neyse, en azından kimse akşamki maçı kaçırmayacaktı! Eşyalarını teslim etmek için polisler şüpheliyi arabaya götürürken, ben de adliyeden ayrıldım.
Aradan birkaç gün geçti, bir akşamüstü şüpheli bizim büroya geldi. İfade zabtından adıma, oradan da adresime ulaşmış herhalde. Büroya girdiğinde yanımdaki iki müvekkille görüşmemizi yeni bitirmiş, kapıya doğru yönelmiştik. Kapıdan beni görünce hemen odaya daldı bizimki. Biz daha neler olup bittiğini anlayamadan başladı konuşmaya: “Avukat abim benim. Canım abim benim. Ciğerim abim benim. O gün adliyeden çıkarken teşekkür bile ettirmediler. Hayatımı sana borçluyum ben. Yeni bir hayata başladım artık. Eski defterler kapandı. Hepsi senin sayende başımın tacı abim. Seni bana allah gönderdi. Allah seni başımdan eksik etmesin. Ne muradın varsa versin pek kıymetli abim.”
Yıkama yağlama faslı arasında, şaşkın şaşkın bakan müvekkillere birkaç cümleyle olayı özetlemeye çalıştım. İltifatlar biter bitmez, vakit kaybetmeden bu kez de sarılma ve öpme faslı başladı. Ancak öpmek için öyle bir elimi yakalıyor ki, bayramda harçlık veren amcanın eli böyle tutulmaz. Öyle bir boynuma sarılıyor ki, sanırsınız aylardır görmediğim sevgilim. Öyle bir arkadan dolanıyor ki, tez davranıp kaçmasam mazallah kumbarayı bozacak. "Yapma, etme" dediysem de durduramadım. Beni yedi bitirdi, yetmedi, misafirlerime geçti: “Sizi de öpeyim abilerim. Avukat abimin tanıdıklarıysanız, siz de en az onun kadar hayırlı insanlarsınızdır. Siz de eli öpülesi insanlarsınızdır. Siz de vicdan sahibi insanlarsınızdır.”
Benim müvekkiller bu abartılı coşkunun sebebini tam anlayamadılar. Hayatında hiç son anda cezaevinden kurtulan insan mutluluğu görmemişler sonuçta. İlk başta adamdan kurtulmaya çalışsalar da, bir süre sonra herhalde “yazık garibana” diye düşünüp, fazla direnmemeye başladılar. O da sağolsun, müvekkillerin ellemedik yerini bırakmadı. Teşekkürleri bitince uğurladık bizimkini. Giderken sekreteri de masasında sıkıştırdı ama neyse ki tam öpemeden kurtardık kızcağızı.
Müvekkillere dönüp, “İşte böyle de insanlar var” dedim. “Yapılan iyiliği unutmaz, sizi yere göğe sığdıramaz. Eskiye sünger çeker, verilen ufacık bir destekle yepyeni bir hayata başlar. Millet de hiçbir şey bilmeden ‘Hırsızları nasıl savunuyorsun?’ diye sorup dursun.” Kafalarını sallayarak onayladılar beni. Başka bir toplantıya geçmeleri gerektiğinden müsaade istediler. Çıkmadan önce yeni adreslerinin yazılı olduğu kartvizitten vermeye niyetlendi Ahmet Bey. Ceketinin cebini yokladı, sonra “Cüzdanı arabada bıraktım herhalde, Mustafa sen versene” dedi. Mustafa sağını solunu kurcaladı ama onun da cüzdan yok. Ulan ben baktım, benimki de yok. Sekreter geldi ardından, onun da telefon gitmiş. Ulaaaan! Çıktım balkona, bir baktım bizimki koşuyor. Başladım bağırmaya:
“Hırsız vaaaaar! Komşular yetişin! Kaçıyor hırsız! Yakalayın haydutu! Allah rızası için yakalayın! Nasıl bir ülke bu? Hırsızlar elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Nerde bu devlet? Savcılar, hakimler nerede? Asıl onları mahkemeye vermek gerek! Suçsuz, günahsız insanları tıkıyorlar içeriye, salıyorlar bu namussuzları! Tüm hırsızları tutuklamak lazım! Hayır, hayır, tutuklamak yetmez. Asmak lazım bunları! Astıracağım ulan seni! Hırsız vaaaaar! Yetişin komşular!..”