top of page
  • ERDEM OKTAR

Çok önemli

Hayatta her şey izafî... İyilik, kötülük, uzunluk, kısalık, güzellik... Sizin için hiçbir anlam ifade etmeyen bir olgu, bir diğerinin hayatının anlamı olabilir. Olsun da zaten... Örneğin bir insanın tırnağının ucunun kırılması onun için hayatın en büyük problemiyse, bırakın bunu yaşasın; bunda gerçekten hiçbir mesele yok. Yeter ki onun için hayatın anlamı olan bu sorunun herkes için aynı değerde olduğunu düşünmesin, ipe sapa gelmez olaylara herkesin kendisi gibi tepki verip içselleştirmesi gerektiğini sanmasın. ‘Bu nasıl bir girizgah! Ne anlatıyorsun be adam!’ demeyin. Sonda söyleyeceğimi başta söyledim. Anlatayım...


Bir müvekkilim var. Her gün muhakkak arar. Sanılanın aksine, ‘Ne oldu bizim dava avgat bey?’ demek için aramaz. Müvekkil, daima bir aksiyonun içerisindedir ve acilen bana ulaşması gerekir. Vekalet ilişkimizin başladığı ilk dönemlerde her an yeni bir skandal, yeni bir olay, kavga, tartışma, dövüşme ve komplo teorileriyle beynim dönmüş durumdaydı. Bir insanın başına ‘dosyasıyla’ ilgili bu kadar yeni gelişme ve kaza bela gelebilir mi? Buna geliyor...


- Avgat bey, çok acil sizinle görüşmem lazım! Çok mühim!

+ Ne oldu? Hayırdır?

- Bizim davada çok kritik bir delil elde ettim! Çok acil buluşmalıyız! Telefonda söyleyemem!

+ Tamam, büroya gelin konuşalım?

- Hayır, bulunduğum yerden ayrılamam! Siz gelebilir misiniz?

+ E, iyi madem... Geleyim...


O kadar yol tepip müvekkille yapılan görüşmenin sonucu: Karşı tarafın ilkokuldaki kız arkadaşı, ‘Biz ilkokuldayken 2 ay çıktık’ demiş. Bu delili derhal mahkemeye sunmalıymışım. Gizli tanık yapılabilir miymiş? Sinirden sağ gözüm titreyerek masadan kalkıyorum.


Ertesi gün tekrar telefon:

​​

- Avgat bey, çok acil sizinle görüşmem lazım! Çok mühim!

+ Buyurun?

- Yoo, telefonda olmaz! Gizli bilgi!

+ Büroya gelin?

- Tamam, geliyorum.


Müvekkil, iki saniye sonra kapıyı çaldı. Kapının önündeyken aramış. Ne diye arıyorsun o zaman? Binbir telaşla içeriye girdi, telefonunu kapatıp pilini çıkardı ve ‘gizli bilgiyi’ verdi: “Karşı tarafın karaciğerinde yağlanma başlamış. Derhal bunun raporlarını bulup mahkemeye sunalım.” Neden? “Bir yerde okudum, siroz boşanma sebebiymiş.” Okuduğun bir yeri de, karaciğerini de, dalağını da, böbreğini de...


Sonraki gece bir telefon daha:


- Avgat bey, çok acil sizinle görüşmem lazım! Çok mühim!

+Ulan gene ne var! Saat 23:30. Manyak mısın sen!

- Olay çok mühim. Neredeyseniz oraya geleyim.

+ Gelme ulan sen!

- Tamam, siz gelin. Çok mühim.

+ Sen buradan söyleyeceksin, mühim olup olmadığına ben karar vereceğim.

- Avgat bey, telefonda konuşulacak şeyler değil bunlar.

+ Kardeşim senin telefondaki deli saçmalarını kim ne yapsın! Ne söyleyeceksen söyle, kapatıyorum.

- Karşı tarafın babasının yeni bir araba aldığını öğrendim. Bunun mutlaka dosyaya girmesini istiyorum. Siz dosyayla ilgilenmeseniz de ben araştırma halindeyim. Bu delili mutlaka dosyaya sunun.

+ Tanıdık çok iyi bir psikiyatr var. Seni götüreyim mi ona?


Bu telefonlar ve yüz yüze görüşmeler iki aya yakın sürdü. Sıradan bir boşanma davası Yalan Rüzgarı’na döndü. Mahalle bakkalından alınan bilgiler ışığında karşı tarafın sık sık jelibon aldığından tutun da, kullandığı parfümün seksiliği ile başka kadınlara subliminal mesajlar verildiğine varana kadar ne kadar tuhaflık varsa karşımda buldum. Ve tüm bu saçmalıklar, tarafıma ‘çok acil, çok mühim, aşırı ivedi’ feryatlarıyla getirildi. Delirmek işten değil... ‘Senin derdini seveyim’ derler ya, her gün müvekkilin derdini sevmekten benim de imanım gevredi. Telefonda hiç susmadan ve çok uzun konuştuğu için bir süre sonra sadece SMS yoluyla iletişim kurmasını istedim. Binbir güçlükle kabul etti. SMS’ler muhakkak büyük harflerle “ÇOK ACİL! ÇOK MÜHİM!” şeklinde başlıyor, sonu ya kestaneye ya da müşterek çocuğa alınmış olan gofretle kendisine mesaj verilmeye çalışıldığı noktasında düğümlenerek mahkemenin gofretin manidarlığı sayesinde karşı tarafı çok ağır tazminatlara mahkum edeceği kat’i görüşüyle neticeleniyordu...


Bu şekilde bir seneden fazla bir süre duruşmaları takip ettik. Son aşamaya geldik. Ha bitti ha bitecek ve artık ‘Son dakika, flaş flaş flaş, avgat bey acil, Zahide Yetiş’ çağrılarımız son bulacak diye umutlanırken, mesele kökten çözüldü. Geçtiğimiz günlerde müvekkil, sağolsun çok hoş bir mesaj gönderdi: “Avgat bey, çok acil görüşmemiz lazım! Mühim! Biz barıştık. Sizin tavırlarınız yüzünden neredeyse boşanacak noktaya geldiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Davadan vazgeçeceğim! Gerekeni yapalım!”


Sevindim... Hem barıştıklarına, hem de meselenin bir şekilde halledilmiş olmasına sevindim. Kabak nasıl benim başıma patladı bilmiyorum ama bu saatten sonra umrumda da değil. Dosyayı incelerken ufak tefek meblağlar hariç neredeyse hiç ödeme yapılmadığını hesapladım ve intikam sıramı kullanmak için telefonu elime alarak, keyif ve kahkaha içinde SMS’leri arkası arkasına yazmaya başladım:


“Müvekkil hanım, sizinle çok acil görüşmemiz lazım! Çok mühim! Lütfen borcunuzu ödeyiniz! Aksi halde mahalle bakkalındaki bütün jelibonları alıp eşinizi jelibonsuz bırakacağımdan emin olabilirsiniz…”


578 görüntüleme
bottom of page