“Abi acil emniyete gitmemiz lazım, bizim Korhan’ı almışlar” dedi Korhan kişisinin abisi heyecanla. “He” dedim içimden “he.” Her işiniz acil, her işiniz önemli. Yok valla, ben ofisi ambulanstan bozma bir araca taşıyacağım kesinlikle. Telefonu da 113 Avukat Acil yaparım. Herkesin işi acil çünkü. Bizim hiç alanımız, hiç özelimiz yok. Ofiste devamlı antrenman halindeyiz. Isınma hareketleri yapıyoruz ne me lazım telefon çalarsa diye, ki zaten acil hattı o. Ofisten adliyeye, emniyete koşarken her 100 metreyi 10 saniyenin altında koşmalıyız. İyi avukat olmak bunu gerektirir çünkü!
Neyse, tüm bu ruh halini yutarak, “Tamam” dedim, “gelin beni ofisin önünden alın, emniyete geçelim.” Ajandamı ve Ceza Kanunumu kolumun altına aldım, ofisin önüne inip beklemeye başladım. Biraz sonra iki tane meymenetsiz tip geldi. Birisi çok acil işi olan Korhan kişisinin abisi, öbürü de onun bir arkadaşı sanırım. “Vay avukat abim” deyip ele sarılmalar filan başladı. Dedim “Kardeşim acelem var. Haydi geçelim şu emniyete, nerede aracınız?” İkisi birbirine baktı bir süre. Sonra beriki bana, “Abi bizde araç yok, biz sende var sandık” demesin mi? Ya sabır çektim. “E bende de, yok ne yapacaz?” diye sordum. Korhan kişisinin abisi yanındakine, “Kaç numara geçiyordu lan emniyetin oradan?” dedi. Sonra cevabı beklemeden, hayatın sırrını bulmuş gibi bir bakışla bana dönerek, “Ya da abi sittir et şimdi otobüsü. Şu parkın oraya kadar yürüyüp Meydan Mahallesi dolmuşuna bindik mi tam önünde ineriz emniyetin” diye devam etti. Ya sabıra devam edip, bir taksi çevirdim. Bir şey demeden geçtim oturdum ön koltuğa. Arka koltuğa yerleşti diğerleri. Korhan kişisinin abisi diğerinin kafasına vurup, “Lan oğlum, hadi benim aklıma gelmedi taksiye binmek, sen neden demiyorsun taksi çevirelim diye? Koskoca avukat abiyi dolmuşa bindirecektik az kaldı, ayıp be!” diye söylendi. Öbürü homurdandı: “Sanki cebimizde taksi parası var amk.” “Neyse” dedim, “Susun! Susun, anlatın ne olmuş? Olay nedir?” “Abi bizim bu Korhan araç kiralamış. Onunla gece takla atmış ama kimseye çarpmamış. Kendi kendine atmış taklayı. Polis almış, gece emniyete götürmüş. Halen orada. Tek bildiğimiz bu. Sen şimdi kendisi ile görüş, olayı da bir iyice öğren, selamımızı söyle kendisine. El emeğin ne ise vereceğiz, o iş bizde merak etme. Evelallah önce allaha, son…” “Sus! Sus!” dedim “Sus! Önceden sabıkası var mı idi Korhan’ın?” “Yok abi sayılmaz. İşte ufak tefek hırsızlık, esrar filan!” şeklinde yanıtladı. “Tamam, bekleyin” deyip, girdim emniyete.
Korhan kişisini getirdiler görüşme odasına. Ağzı yüzü şiş, kafası sarılı. Kazanın şokundan yeni çıkıyor diyeceğim ama belli ki kazanın farkında bile değil! Uyuşturucunun etkisinden yeni çıkıyor. “Abinin selamı var, kapıda bekliyor. Ne oldu anlat!” dedim; “Abi valla ben de bilmiyom. Bir uyandık ki vaziyet bu!” cevabını aldım. Ya sabır ki ne ya sabır! Tuttum yakasını silkeledim. Avukatlıktan çıkıp Behzat Amir’e bağlamıştım iyice. Elimi kaldırdım, vuracak gibi oldum. “Lan oğlum, arabada uyuşturucu ve ruhsatsız tabanca bulunmuş. Nedir anlat işte, uğraştırma!” dedim bağırarak. “Ha o mu? Önemli değil be abi. İki içimlik cigara vardı, silahı da mahalleden bizim çocuklardan aldım. Düşman sahibi adamız bir yerde ayıptır söylemesi!” dedi mahcupça gülümseyerek. İndirdim tokadı suratına. “Lan kablo çalmaya gitmişsin kiralık arabayla, becerememişsin. Kafan güzel tabii, bekçiden kaçarken takla atmışsın. Kime lan bu raconlar?” Zırlamaya başladı: “Ya abi, bokunu yiyeyim vurma. Geceden beri haşat etti zaten polisler, bir de sen yapma. Elini ayağını öpem kurtar beni. El emeğin neyse veririm söz.” Dedim, “Allah belanı versin Korhan. Onu da çalar verirsin sen! İstemez para mara. Bir daha karşıma çıkmayın, beni arayıp sormayın yeter. Hadi yürü şimdi, polise bana anlattığın gibi anlat olayı, bitsin bu iş. Uyuşturucu için içiciyim de, silahı da kimden aldıysan ismini ver. Salarlar zaten seni.” Gözüme korku ile baktı. “Abi” dedi “hayatta veremem silahı aldığım kişinin ismini. Mahallede felç ederler beni, yaşatmazlar. Ölsem daha iyi. Söyleyemem.” Sabrım taşmıştı. Bir an önce bitsin gitsin istiyordum. “O zaman salla bir isim ya da yakın zamanda ölmüşlerden tanıdığın birinin ismini söyle” dedim. Ardından girdik sorgu odasına.
İsmin, cismin, mesleğin faslına başladı sorgucu polis. Bizim şerefsiz Korhan, meslek olarak “serbest meslek”, gelirin kısmına da “4-5 bin arası” dedi. Sinirden gebereceğim. Bir avukat olarak, hırsızla aynı işi yapıyorum resmen. İkimiz de serbest meslek erbabıyız! Üstelik benden fazla kazanıyor it oğlu it! Neyse, ara kısımları geçelim. “Uyuşturucuyu içiyorum” dedi. Konu silaha gelince de “Polis abi, ben silahı Cem Aydın isimli şahıstan aldım ama kendisi öğrendiğim kadarıyla geçen ay vefat etti. İntihar etmiş diye duydum. Varmış bir derdi demek ki. Allah taksiratını affetsin, iyi çocuktu. Barajyolu tarafında oturuyordu ama evini bilemem” açıklamasını yaptı. O an dünya durdu sanki. Kulağımda aynı ses yankılanıyordu: “Cem Aydın intihar etti. Cem Aydın intihar etti.” “Lan” dedim yine yakasına yapışıp, “Cem Aydın intihar mı etti? Sen nereden tanıyorsun onu yalancı pezevenk!” “İyi tanırım abi. Barajyolu’nda oturur. Kısa boylu, gözlüklü, çilli, sarışın. Cem Abi bizim yaa” diye cevap verdi. “Oğlum emin misin bak!” dedim. “Evet abi ya, mefta oldu. Sorma biz de çok üzüldük” diye devam etti. Ayağa kalktım, düşecek gibi oldum. Masayı tuttum. Polis şaşkın, “Tanıyor muydunuz avukat bey?” diye sordu. “Eskiden yakın dostumdu” diyebildim. Müsaade isteyip lavaboya gittim. Yüzüme su çarptım. Sonra sorguya dönmedim, çıktım emniyetten. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum.
Sönmez Ocakbaşı’nda buldum kendimi. Her zamanki masaya oturdum. Cem ile ilkokuldan beri arkadaştık. En yakın arkadaş. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. İlk aşk, ilk kavga, ilk hayal kırıklıkları, ilk yenilgiler… Beraber karşılaştık hepsiyle, kardeşçe paylaştık hayatı. Gariban aile çocuklarıydık. Kıt kanaat geçinirdik. Pazar günleri banyo sonrası soba başına oturmamış çocuklar anlayamaz sıkıntılarımızı. Yamalı siyah önlükleri, hoşlanılan kızın evine doğum gününe gidip de ayağındaki ucu delik çorabı nereye saklayacağını bilememeyi. Hediye olarak herkes pahalı oyuncaklar verirken, yaldızlı kağıda sarılmış kurşun kalem ve kokulu silgiyi vermenin ezikliğini birlikte aştık hep. Söz vermiştik içimizde kalan her şeye dair hayata karşı. Üniversitede ayrıldı şehirlerimiz ama memlekete geldiğimiz her tatilde buluştuk. İşte bu Sönmez Ocakbaşı’nda hep bu masada oturduk. Paylaştık rakımızı, sevincimizi, derdimizi, tasamızı. Fakat sonra ne yazık ki ayrıldı yollar. Turizm okumuştu Cem. Askerden dönünce bir seyahat acentesi kurdu. Çeviremedi batırdı. Sonra reklam işine girdi. O da ters gitti, tutmadı. Eşinden ayrıldı. Borç üstüne borç istemişti benden. Bir verdim, iki verdim. Birini kapatmadan diğerini isteyince bozuk attım biraz. Alınmıştı. Seyreldi görüşmelerimiz. En son mesajında, “Kardeşim vallaha bu son. Bir daha böyle şeylerle karşına gelmeyeceğim. Bana bir beş bin TL verirsen yıl sonuna kalmaz kapatırım” yazmıştı. Ne cevap verdim ne de aradım. Yoktu bende de, nasıl anlamıyordu. Demek kıymış kendine. Vah zavallı kardeşim. Rakının etkisi ve ocakbaşının sıcaklığı ile kendimden geçmeye başladım. Gözyaşlarım dinmiyordu. Son mesajına bakıp ağlıyordum. Böcekten çok korkardı. O koca adam ufacık bir böcek görmesin, hoplardı oturduğu yerde. Demek şimdi toprağın altında böcekler yiyor o narin vücudunu ha. Ah benim güzel kardeşim. Almış olduğum alkolün vermiş olduğu tesirle, “Neden yaptın? Nasıl yaptın bana bunu?” yazıp kendisine ulaşmayacak mesajı hiçliğe yolladım. Sızmışım.
Gözümü açtığımda karşımda Hırsız Korhan, abisi ve arkadaşı oturuyordu. Korhan hemen sarıldı elime. “Vay yaman avukat abim. On numara adamsın, serbest kaldım sayende. Senin savunman taşa geçer, kral abim benim bee” diyordu. Halimden utandım onları böyle karşımda görünce. “Çocuklar kusura bakmayın. Ben bugün biraz efkarlıyım. Cem’in öldüğünü duyunca ne yaptığımı bilemedim. Rahmetli yakın arkadaşımdı da” dedim. Korhan aval aval suratıma bakarak “Cem kim abi?” dedi. Şaşırdım. Oğlum sen demedin mi sorguda “Cem Aydın öldü, intihar etti.” diye. “E abi sen bir isim salla dedin, ben de salladım. Ölmüş olsun deyince, öldü dedim. Sen dedin diye ben öyle dedim. Ben ne bileyim sağ mı, ölü mü?” Sinirlenmiştim. “Lan oğlum, mahallesini söyledin, eşgal verdin, tıpatıp tarif ettin adamı. Bu nasıl sallama?” “Ha abi, sen yanlış anladııın. Biz geçen Barajyolu’nda birkaç ev patlattık ayıptır söylemesi. Hırsızlığa girdik, bu garibanın evinde pek bir şey yoktu, cüzdanını alıp çıktım ben de. Kimliğinden gördüm tipini. Sonra polisler bunun peşine takılmasın diye de öldü diye salladım. Hem sen de demiştin öldü de diye. Yanlış anlaşılma olmuş. Ayrıca sen öyle tribe girince ben savunmanın parçası zannettim. Polisler de öyle sandı. Haline üzülüp, iki tokat atıp yolladılar beni. Ne hakime çıkardılar ne de savcıya” Şoktaydım. “Ne yani, şimdi Cem ölmedi mi?” diye sordum tekrar. “Ne bileyim abi ben, ara sor. Ben evine hırsızlığa girdiğimde gayet sağdı, osura osura uyuyordu. Sonradan bir şey olduysa bilemem tabii” şeklinde yanıtladı. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Telefonu aldım elime, Cem’den mesaj gelmişti. “Altı üstü borç aldık, ödeyemedik. Bu kadar abartmana gerek yok! Arkadaşlığın batsın senin. Eve hırsız girdi ödeyemedim. En kısa zamanda öderim borcumu. Sonra herkes kendi yoluna!”
Son gücümle bir tokat daha attım Korhan’a. “Abi bu kadar kızma, senin el emeğini de birkaç güne kadar şey edecez biz.”