Muhabir: Gökmen Bey, Avukados Avukatlık Bürosu’nda Ticaret Hukuku departmanından sorumlusunuz. Neler söyleyeceksiniz?
Gökmen: Efendim biz Credit Suisse, Gazprom, Delta Airlines ve Cigerci Memet Usta gibi sektörlerin dünya devlerine nitelikli ve çözüm odaklı hizmetler sunuyoruz. Bunun için diğer departmanlarımızla yakın işbirliği içindeyiz. İşbirliği derken daha çok onlara biz bakıyoruz da diyebiliriz. Genç adam hepsi sonunda, ceplerine üç beş bir şey giriyorsa bu bizim sayemizdedir. Sonuçta onca hukukumuz, mesaimiz var yani.
Muhabir: Bu cümlelerinizden ortaklarınızdan çok da memnun olmadığınız anlamını mı çıkarmalıyız?
Gökmen: Bir yerde çok da haksız bir çıkarım olmaz bu. Aslında hepsinden memnunum ama mesleğe bakışımız biraz farklı sanki. Misal tutturmuşlar “Avukatlıkta hiçbir zaman ben oldum diyemezsin” diye. Yahu kardeşim, niye demeyesin? Olduysan olmuşsundur. Mevsimi gelince armut oluyor da, incir oluyor da, Çengelköy bademi oluyor da, sen niye olmuyorsun yahu! Olacaksın, olmasan bile olmuş gibi yapacaksın! Avukatlıkta her zaman “Ben oldum” diyeceksin. CMK seminerine mi gittin, salla “Ben büyük cezacıyım” diye, kim bilecek?! Kıytırık bir gazetede iki satır köşesi olan kıytırık bir tanıdığın mı var, ateşle üçü beşi, röportaj ayağına “anlaşmalı boşanma uzmanı” veya “Böbrek sökücü” diye yapsın reklamını. Kim bilecek aslında adli yardımdan gelenlerden başka boşanma dosyan olmadığını? Salla ya, yap reklamını, kim ne diyecek! Nasılsa barolar ve TBB uyuyor. Nasılsa avukatlık mesleği ve mesleğin itibarı, “Buyrooon, buyroon efendim, aile salonumuz var buyrooon” diye bağıran Eminönü iskele dönercilerinden farksız, hanutçu kılıklı sözde meslektaşlar yüzünden her geçen gün daha fazla yara alırken barolar kişisel ikbal kovalamaktan bu işlere zerre kadar zaman ayırmıyorlar. Yap reklamını ya, kim ne diyecek abi! Ama yok! Pazarlama yok, vizyon yok!
Muhabir: Kıytırık bir gazete derken? Biraz haksızlık olmuyor mu?
Gökmen: Sizi tenzih ederim canım, siz sonuçta tamamen gazetecilik refleksiyle ve haber amaçlı yapıyorsunuz bu röportajı. Bu arada birer böbrek söyleyeyim mi Memet Usta’ya, yer miyiz?
Muhabir: Yok, teşekkür ederim.
Gökmen: Şırdan?
Muhabir: Anlamadım?
Gökmen: Sıradan devam edelim sorulara diyorum.
Muhabir: Ha, anladım. Türkiye’de avukatlık mesleğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz peki?
Gökmen: Ben açıkçası iyimserim. Bu iyimserliğimde de baroların ve TBB’nin mesleği sahiplenme tutumlarından hareket ediyorum. Zira böyle bir tutumları yok. Seçim döneminde liseli ergenler gibi günde 8-10 SMS atan aday seçimi kazanınca önüne bakmaya başlıyor. İki dönem baro başkanlığı yaptıktan sonra da bir siyasi partiye yanlıyor; artık belediye olur, milletvekilliği olur, kaşığına ne çıkarsa! TBB desen, zaten yüzüğün peşindeki Gollum hevesiyle siyasi ikbal kovalamaktan mesleğin sorunlarını zaman bile ayırmıyor. Böyle olunca da meydan boş kalıyor tabi. Herkes yoluna bulmaya çalışıyor. Burada da devreye doğal seleksiyon giriyor. Güçlü olan ayakta kalacak; zayıf olan yok olup gidecek. Biz Avukados Avukatlık Bürosu olarak da bu işin en büyüklerinden olduğumuz için ayakta kalacağız. Röportaj adı altında tanıtımlar yaptıracağız, her türlü yazılı, görsel, sanal mecrada reklamlar vereceğiz, moda defilelerine bile sponsor olacağız, pespayeliğin her türlüsünü yapacağız.... Daha çok, daha çok kazanacağız... En çok kazanacağız!! En büyük olacağız!!! Enn büy....
Muhabir: Gürler Beeyyy!! Yetişin, ağzından köpükler, salyalar saçmaya başladı bu! Alın bunu başımdan! Bir su filan verin, bi açık havaya çıkarın!!
Gürler: Tamam tamam, ben ilgilenirim. Gel abi, çıkıp bi dolaşalım, bi ciğer filan yiyelim. Dişine kan deyince kendine gelirsin. Gel abi, gel...
Muhabir: Ay, fena oldu adam. Neyse, isterseniz sizinle devam edelim. Rica etsem kendinizi ve yaptığınız işi tanıtabilir misiniz?
Erdem: Ben büromuzun iri saat takma işlerinden sorumlu avukatı Erdem Oktar. Biz prensip gereği iri saat takmanın iyi avukatlığın kurallarından olduğuna inanıyoruz. Hem zengin gösteriyor hem başarılı. Kendimize güvenimiz ne kadar düşükse, aman pardon, yüksekse saati o kadar büyültüyoruz. O yüzden mesela röportaj için koluma duvar saati taktım. Aşırı başarılı ve zengin avukat olduğum için zaman zaman meydan saati ve kum saati taktığım da oluyor. Bir de böyle para vererek, ah pardon, özgür gazetecilik adına yapılan röportajlarda elime havalı bir kalem alıp üç sene önceki bir ödeme emrinin ya da dandirik bir tutuklamaya itirazın reddi kararının sağını solunu çiziktiriyorum. Millet bir şey yapıyormuşum, aşırı önemli işlerim varmış sanıyor. Saat de var. Daha bu büronun imajı için ne yapayım? Buradan Limontepe’nin Sesi gazetesi ve gazetenin genel yayın yönetmeni Torbacı Kör Memed’e selamlarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Torbacı Kör Memed Bey’e Mısırlıların eski zamanlarda kullandığı güneş saatini hediye olarak gönderiyorum.
Muhabir: Tövbe estağfurullah. Normal birisi yok mu bu büroda?
Ozan: Ne yazık ki normal kimseyi bulamazsınız burada. Mesela ben süper avukat Ozan Gülhan. Avukados Avukatlık Bürosu’nda Ceza Hukuku departmanının başındayım ve süperim.
Muhabir: Süper mi? Tam olarak ne zaman süper oldunuz?
Ozan: Aslında hukuki bilgi konusunda başlangıçtan beri süperdim; ancak diğer yönlerimi zamanla geliştirdim. Mesleğin ilk yıllarında gayet başarılı bir şekilde tahliyeler, beraatler alıyordum ama para pul işlerine bir türlü kafam basmıyordu. Yine bir duruşma dönüşü Gürler yakaladı beni. Aramızda şöyle bir konuşma gerçekleşti: “Eee süper avukat, sanık noldu?”, “Tahliye aldım. Her şeyde anlaştık, parayı yarın alıyorum”, “Sanık nerde?”, “Adliyede”, “Para nerde?”, “Yarın verecekler”, “Sanık nerde?”, “A-adliyede”, “Para nerde?”, “Ya-yarın verecekler.” Sonra Gürler sağolsun bürodaki diğer arkadaşları da toplayıp kızgın bir şekilde şöyle dedi: “Ulan bizim normal hıyarların yapmadığını süper avukat yapıyor!” O günden sonra her şey değişti benim için.
Muhabir: Müvekkiller para konusunda epey bir canınızı sıkmış sanırım.
Ozan: Evet ama biz de sıkıla sıkıla sıkmayı öğrendik.
Muhabir: Nasıl?
Ozan: Şey diyorum, ben de onların canını sıkıyorum artık. Mesela temyize giden bir dosyayı getirip, “Yargıtay’da tanıdık var mı?” diye sorduklarında, “Elhamdülillah hepsi kardeşimiz kadar yakın!” cevabını yapıştırıyorum. 40-50 bin liradan kapıyı açıyorum, 20-25 bine fit oluyorum. Sonra dosyayı bir kenara atıp bekliyorum Yargıtay’ın kararını. Yahu yüzde elli ihtimal var zaten. Karar bozulursa “Sen ne süper avukatmışsın” deyip, elimi öpmeye geliyorlar. Karar onanırsa da ben onları arayıp, “Cimrilik yapıp paranın yarısına işi halletmeye çalıştınız, b.k ettiniz her şeyi!” diye fırça kayıyorum. Sonra da harcadığım “emek” karşılığına denk gelen bir meblağı kesip kalanı iade ediyorum. Parayı iade edince bunlar yine “Sen ne süper avukatmışsın” deyip, elimi öpmeye geliyorlar.
Muhabir: Her türlü o el öpülüyor yani.
Ozan: Tabii, çok süper avukatım çünkü. Gelen paraları Gürler’e veriyorum, sağolsun o da hakkaniyetli bir şekilde hepimize paylaştırıyor. Hah, iyi adam da lafının üzerine gelirmiş.
Muhabir: Gürler Bey, Gökmen Bey’i ne yaptınız?
Gürler: Kendine gelsin diye ciğerciye bıraktım. Akşamüstü gidip alırız artık.
Muhabir: Gürler Bey, sizinle devam edelim isterseniz. Avukados Avukatlık Bürosu’nda icra bölümünü yönetiyorsunuz. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Gürler: Merhaba, esasında icradan ziyade operasyon bölümü diyebiliriz. Zira icra işlerinden vekalet ücreti tahsillerine, personel maaşlarından ofis giderlerine kadar tüm akçeli işlerle ben ilgileniyorum. Yani burayı bir restorana benzetirsek diğer ortaklar hazırlama, sunum ve servis ile ilgilenirken hesabın ödendiği yer işte tam burasıdır. Bu nedenle benim gibi güvenilir, zeki, hesap kitap bilen, karizmatik bir ortağa ihtiyaç olduğu kesin. Diğer ortaklardan daha iyi giyinmem, daha iyi evde oturmam, daha iyi arabaya binmem işte bu yüzden. Buna biz hukukta bal tutan parmağını yalar prensibi diyoruz. Yine de bundan diğer ortakların haberi olmasa daha iyi olur.
Muhabir: Peki burada siz ve ekibiniz ne tür işler üretiyorsunuz?
Gürler: Şimdi efendim öncelikle, diğer kurucu ortaklarımızın, ofisimiz adına aldıkları ve yürüttükleri davaların vekalet ücretlerini biz tahsil ediyoruz. Diğer arkadaşlarım müvekiller ile asla para konuşmaz, tahsilat bölümü olarak bana yönlendirirler. Ben burada “Ne kadar para, o kadar hukuk” ismi verdiğimiz bir model geliştirdim. Parası az olanın önüne puzzle parçası şeklinde tasarladığımız hukuki bilgi kırıntılarını serpiştiyoruz. Sonra vatandaş mahkemeye gidene kadar bunları birleştirip hukuki yardımını bütçesi oranında almış oluyor. Tabii bu başlangıç paketi. Gold, platinyum, ultra her şey dahil gibi evden limuzinle alınıp adliyeye helikopterle indirildiğiniz paketlerimiz de mevcut...
Muhabir: Çalışma sisteminiz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Gürler: İcra işleri bölümümüzde takip elemanlarımız call center ve saha ekibi olarak hizmet verirler. Çalışma prensibimiz “borçluyu öpeceksin, belini incitmeyeceksin” şeklindedir. Biz takip borçlularımızı asla kırmayız, incitmeyiz. Bunun yerine kayınbaba gibi aile fertlerine “borcunu ödemezsen bu gün hepiniz ailecek hapise giriyorsunuz, kalanınızı da köle pazarında satıp alacağı tahsil edeceğiz, evinizi barkınızı çilingirle açıp sattık bile, sizin haberiniz olmadı” tarzı mesajlar atıyoruz.
Muhabir: Peki çalışanlarınıza yaklaşımınız nasıl?
Gürler: Malumunuz olduğu üzere yüksek iş gücü gerektiren bir işlem hacminde çalışıyoruz. Bu nedenle yanımızda çalışan birçok avukat, stajyer ve takip elemanız var. Burada da maaş yerine harçlık sistemini esas aldık. Personelimize maaş yerine harçlık, ödül yerine ise ceza veriyoruz. Amacımız bu arkadaşları topluma kazandırmak. Malum bir gün hepsi büyüyecek, yetişecek ve kendi ofislerini açacaklar. Meslek yaşamlarında alacakları iş davalarında işçinin, emekçinin halinden anlayabilmelerine bir nebze de olsa katkıda bulunabildiysek ne mutlu bize…
Muhabir: E Gürler bey bu biraz acımasızlık değil mi?
Gürler: Olur mu hiç hayatım, buradan arttırdığımız bütçe ile reklam giderlerimizi, örneğin gazetenize bu röportaj için ödeyeceğimiz bütçeyi falan denkleştiriyoruz.
Muhabir: Anladım.
Gürler: Aferin.