top of page
  • OZAN GÜLHAN

Sistem gitti, sistem geldi...

Her zaman söylemişimdir, avukat baba tehlikelidir. Milletin babası askere geç gitsin diye oğlunun yaşını nüfusa küçük yazdırır ya mesela, bizimki hiç gitmeyeyim diye doğrudan kız yazdırmış beni. “Hayır, kız yazdırdın da, mavi kimliği nasıl aldın be adam?” diye sorunca meslek sırrı der geçerdi. Ne demek istediğini avukat olunca anladım.


Ben daha küçüğüm, bir gün babam mavi kimlikle yanıma gelip, “Evlat” dedi, “Erkeksin ama nüfusta kız yazıyor. Bu kimliği kaybedersen b.ku yersin.” Ben daha ufak çocuğum, zaten b.kumu yiyorum o zamanlar. Dedim ki, herhalde iyi bir şey bu anlattığı. İlerleyen senelerde “kız oğlan kız” lafını her duyduğumda, dedim bu benim herhalde. Kütükte kız, kimlikte erkek.


Kimlik mavi olunca kütükte ne yazdığının önemi olmuyor aslında. Ancak ben bir eşeklik edip üniversite sınavından birkaç gün önce kimliği, çamaşır makinesinde yıkanan pantolonun cebinde unutunca işler değişti. Kimliksiz sınava girmenin imkânı yok. Nüfus müdürlüğüne gidince haliyle pembe kimlik vermeye kalktılar. Neyse ki bu kez de annem, üniversite sınavından girip “göster amcalara pipini”den çıkarak yeni bir mavi kimlik almayı başardı. Hani o da avukat olsa olurmuş yani. Bu olay, nüfus müdürlüğüne gidip amcalara gösterme teşebbüsümün ilkiydi. İlki diyorum, çünkü bir tane de otuzuma geldiğimde var. Sebebi basit: Askerlikten yırttık ama evlenemiyoruz bu sefer de.


Çok iyi hatırlıyorum, sıcak bir yaz günüydü. Nüfus müdürlüğüne girdiğimde terle karışık boya ve tiner kokusu sol kroşeyi çaktı hemen. Ben daha ne oluyor anlamadan, üstüne bir de “Sabah erken gidersen sıra olmaz, beş dakikada halledesin” dedikleri iş için sıradaki elliyi aşkın vatandaş karşıladı beni. Sanki hepsi karnıma karnıma çalışıyordu. Sendeledim belki ama yıkılmadım. İstanbul'da senelerdir ter kokulu, balık istifi otobüsleri kullanan bir adamım sonuçta. Tabii belgelerle konuşursak adam da değilim ama o ayrı.


Nüfus müdürlüğündeki manzarayı özetleyeyim hemen. Köşede fırçasını temizleyen boyacı, duvarı boyamaya hazırlanıyordu. Önündeki memur, vatandaşlarla tartışıyordu sürekli. Yan odada oturan müdürse, misafirlerine birkaç gün önce geçtikleri internet destekli elektronik sistemi anlatıyordu: “Neydi o eski zamanlar yaa. Kâğıt çıkar, defter çıkar. Şimdi her şeyi tek tıkla halledeceğiz.” Belli ki birinden duymuş o da. UYAP deneyimimle yanına gidip “Öyle diyorsun ama o işler öyle olmuyor” diyecektim tam, memurların bağırtıları lafı ağzımdan aldı. Adamcağız uzay çağını anlatırken bir anda taş devrine geri döndük.


Arkadaki memur yandakine bağırdı önce, “Ramazan Bey sistem gitti”; o önündekine, “Gülsen Hanım sistem gitti”; o da müdüre, “Müdür Bey sistem gitti.” Biraz önce ağzından bal damlayan müdür başladı ana avrat sövmeye. Küfür haricinde kalan tek tük cümlelerden, “Her şeyimiz tamam da, bir elektronik sistemimiz eksikti sanki. Defterin, kâğıdın gözünü seveyim” gibi şeyler duyuyordum. Adam ne hızlı çark etti yaa! “Doğal seçilim” dedim içimden, demek ki devlette müdür olmak için ortama böyle uyum sağlamak gerekiyor.


Devamında herkes sustu, boyacı fırçasını konuşturdu. Elliyi aşkın kişi, odada tek iş yapan boyacıyı izledik dakikalarca. Boyacı işini bitirip oturduğu sırada sistem geri geldi. “Ramazan Bey sistem geldi”, “Gülsen Hanım sistem geldi”, “Müdür Bey sistem geldi.” Müdür de kaldığı yerden devam etti, “Öyle fevri tepkiler vermemek lazım aslında. Bu çağda elektronik sistem kullanılacak tabii.” Haydaa...


Ara sıra teknik servis falan da geldi ama hikâye. Herhangi bir teknik problem olmadığını söyleyip geri döndüler. “Len oğlum, niye kesiliyor bu sistem o zaman?” diye bir soran çıkmadı. Bu arada memurlar eğitimsiz, internet ağır olunca, sistemin çalışması da bir halta yaramadı: “O pencereyi kapat, hah onu aç abla, şimdi şunu seç, yok o da değilmiş, öbürünü seçince ne oluyor peki, ağırlaştı mı yine ne.”


Sistemin çalıştığı sınırlı zamanda kavga gürültü de eksik olmadı. Adamın birini Murat, Murad ve Mürad olarak üç kez yazmışlar kütüğe. Miras için başvurduğundaysa diğer iki kardeşini de istemişler. Memur dedi ki, “Kardeşiniz olmadığını ispatlamanız lazım beyefendi.” Diğer bir vatandaşı hiç kütüğe yazmamışlar ama ondan da tam tersini talep etti: “Var olduğunuzu ispatlamanız lazım beyefendi.” Bence hep tiner kafası bunlar!


Biraz sonra bir kez daha yoğun boya kokusu geldi. Tahmin etiğim gibi boyacı ikinci kata başlamış. Bu arada sistem de yaramaz çocuk misali gitti yine. Sonrası aynı terane, Meksika dalgası. “Ramazan Bey sistem gitti”, “Gülsen Hanım sistem gitti”, “Müdür Bey sistem gitti.” Müdür de küfürlerine kaldığı yerden devam etti tabii: “Böyle sistemin içine s.çayım. Ben istemedim, zorla verdiler zaten.”


Biz yine boyacıyı izliyoruz bu arada. İşsizlikten hemen eleştiriler de başladı: “İkinci katı erken attı”, “Dalga izi kaldı bak orada”, “Bu renk de hiç gitmedi.” Nüfus müdürlüğüne iş yapmaya gelen vatandaş değil de, sanırsınız Bu Tarz Benim jürisi! Boyacı işini bitirdikten sonra yine aynı bağrışmalar: “Sistem geldi, sistem geldi.” Sanki on dakika önce söven benmişim gibi, müdür yine elektronik sistemin gerekliliği hakkında sunum yapmaya başladı.


Bu arada, saatlerce süren beklemenin ardından (ki beklemek avukatlığın altın kuralı), sıra bana geldi. Memur ispat kuralını işletip bana da, “Erkek olduğunuzu ispatlamanız lazım beyefendi” demesin mi. Bunun “bu iş olmaz”ın kibarcası olduğunu hemen anladım tabii. Ben anladım da, saatlerce sıcak, ter, boya ve tiner kokusuna maruz kalan beynim pek anlamadı sanırım. Beni “Al sana ispat” diye bağırtıp, hırsla indiriverdi pantolonu. Devamı da geliyordu da, yanımdaki vatandaşın “Seni ahlaksız adam” diye haykırıp üstüme atlaması durdurdu beni. Millet bizi ayırmaya çalışırken, arkadan yaşlı bir teyzenin cırtlak sesini duydum: “Seni namussuz boyacı!” Len yoksa kıvılcımı ben çaktım da, herkes soyunmaya mı başladı?


Sonra öğrendik ki, meğer sistemin gitmesinin sebebi bizim boyacıymış. Adam boyaya başlamadan önce kablolar boya olmasın diye modemin fişini çekiyormuş. Boyama işi bitince de takıyor tabii geriye. O ara da sistem gidip geliyor haliyle. Saatlerdir sıra bekleyen vatandaşlar kafasını boya kutusuna sokacaklardı da, memurlar zor kurtardı adamcağızı.


Haa, bu arada benim kısa gösteri (süre olarak tabii) başarıya ulaştı ve nüfus kayıtlarını düzelttiler. Ardından evlendim, bir ay kadar sonra da bir oğlum olacak. Dün akşam babam bize uğrayıp, şu soruyu sorana kadar her şey normal seyrinde gidiyordu: “Oğlun hiç askere gitmesin ister misin?” Len yine mi sen! Öyle de rahat soruyor ki, sanırsınız Yazıcıoğlu’nun önünde korsan CD satıyor. Şimdi düşünüyorum da, aslında fena fikir de değil gibi hani. Birkaç sene sonra oğlumdan şu lafı duyarsanız şaşırmayın: “Her zaman söylemişimdir, avukat baba tehlikelidir.”

1.211 görüntüleme
bottom of page