Avukatlık mesleğinin en enteresan yanı, her yeni gün bir öncekinden daha garip bir insanla tanışma olasılığının çok yüksek olması. Şizofreninden katiline, safından yalancısına, cimrisinden takıntılısına kadar her tür insan karşınıza çıkıyor. Gökhan Bey de bunlardan birisi. Gelgelelim, az bulunur bir dahi mi, yoksa tam bir deli mi olduğunu anlamam ne yazık ki biraz zaman aldı.
Bir arkadaş vasıtasıyla bize ulaşan Gökhan Bey, ilk görüşmede sadece okumam için dosya fotokopisini bırakıp gitti. Dava, eski eşine yönelttiği tazminat talebine ilişkinmiş. İkinci görüşmemizde, daha neler yapacağımızı bile anlatmama izin vermeden beni dosya hakkında soru yağmuruna tutmaya başladı. Verdiğim cevaplar dosyaya hâkim olduğumu göstermiş olacak ki, yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Ancak anladığım kadarıyla bu bile onun için yeterli değildi. Bu yüzden, “Nerede hata yapıyorsunuz biliyor musunuz? Satır aralarını gözden kaçırıyorsunuz. Hâlbuki şeytan ayrıntıda gizlidir Bay Gülhan, şeytan ayrıntıda gizlidir” sözleriyle karşılaştım. Bay Gülhan mı? Müvekkil, Sherlock Holmes’un ta kendisiydi ve beni de çoktan Mr. Watson yapmıştı. Yılmaz Vural’ın deyimiyle, daha en başından psikolojik üstünlük müvekkile geçmişti.
Gökhan Bey, davaya büyük bir önem veriyor ve sürekli çantasında bir klasörle geziyordu. Klasörün içinde davalı ve tanıklarının iş ve eğitim bilgilerinden hobilerine kadar birçok bilgi bulunuyordu. Bununla yetinmeyip, bir de ofisin duvarına oklarla kişiler arasındaki bağlantıları gösteren bir pano astı. En tepeye de kendisi ve eşinin fotoğraflarını yerleştirdi. Öyle bir pano ki, herhangi bir Amerikan filminde görseniz, FBI’ın uyuşturucu kartellerinin liderini tepelemesinin an meselesi olduğunu rahatlıkla düşünebilirsiniz.
Bunlarla kalsa yine iyi. Bizim müvekkil ilk duruşmadan itibaren daha da garipleşmeye başladı:
- Duruşma esnasında hâkimin içtiği hapı gördünüz mü avukat bey?
+ Gördüm gördüm. Havasız ortam, bir de sabahtan akşama kadar dünyanın dosyasıyla boğuşuyor adamcağız. Başı ağrıdı herhalde.
- Fazla iyi niyetlisiniz. Hâkimin ağzına attığı beyaz hap Cipram 20 mg’dı. Bu da demek oluyor ki, hâkimimiz depresyonda. Depresyon, kişiye zekâ, başarı, çekicilik ve güç gibi alanlarda yetersiz olduğunu düşündürür. Bu duyguların etkisinde kalan kişinin yargıları çoğunlukla katı ve olumsuz olur. Kesin davamızı reddedecek. Bu hâkimden acilen kurtulmamız lazım.
Sorun şu ki, müvekkil ölümüne mi sallıyor, yoksa mantıklı mı konuşuyor anlaması gerçekten çok zordu. Ben, “Psikolojik sorunlarından bahsederek hâkimin reddini isteyebilir miyiz acaba?” diye kafa yorarken, bizim Sherlock da boş durmamış; hâkimin Facebook arkadaşlarını, Twitter ve Instagram takipçilerini falan araştırmış. “Sonuçlar bir hayli ilginç” diye kapıma dayandı ertesi gün. Çok garip şeyler dönüyormuş. “İşler düşündüğümüzden büyük avukat bey” falan dedi. Sıradan bir tazminat davası kardeşim bu! İşler ne kadar büyük olabilir ki?
Bir sonraki duruşmaya gittik, artık hâkimin tayini mi çıkmış, yoksa kendisi mi ayrılmış bilmiyorum ama yeni bir hâkimle karşılaştık. Duruşma bitti, daha hâkimin gitmesine bile sevinemeden bizimki yeniden garip garip hareketler yapmaya başladı. Böyle etrafı koklamalar, yere çömelip uzun uzun bakmalar, kapının boyasını kazımalar falan. Ben Gökhan Bey’i adliyeden çıkarmaya çalışırken onun ağzından şu sözler döküldü: “Bu hâkimden de kurtulmamız gerekecek.” Arkadaş, yine ne oldu? Bizimki hemen açıklamaya girişti:
- Anladınız değil mi avukat bey?
+ Neyi?
- Hâkimin karşı tarafla görüşme halinde olduğunu tabii ki!
+ Gözünüzü seveyim Gökhan Bey, nereden çıktı yine bu durup dururken?
- Hâkimin bıyığındaki taze burma kadayıf parçasından!
+ Hâkimin bıyığındaki kadayıfı nerden gördünüz yahu. Ayrıca kadayıftan bize ne gözünüzü seveyim.
- Cevap verin, eski eşim nereli?
+ İstanbul mu?
- Evet, İstanbul doğumlu; fakat babası nereli? Durun siz cevaplamadan ben söyleyeyim: Diyarbakır! Peki, burma kadayıf nerede meşhur? Yine Diyarbakır. Kadayıfın tazeliği, eşim tarafından hâkime rüşvet olarak getirildiğini gösteriyor. Hâkimi satın almaya çalışıyorlar. Şimdi işimiz biraz daha zorlaştı avukat bey.
Tövbe estağfurullah. Sanki benim işim çok kolaydı da, işleri bıyıktaki kadayıf zorlaştırdı. Bir iki kez daha adliyeye gidip geldik. Her seferinde Gökhan Bey, yeni yeni teoriler üretti. Yok, tanığın dudaklarındaki titreme heyecanla karışık suçluluk duygusundanmış. Yok, mübaşirin göz rengi ender görülen lekeli koyu yeşilmiş de, eski eşinin amcasının oğluyla akraba olduğunu gösteriyormuş. Yok, el hareketlerini izlediği hâkim, not defterine “bu dava kesin reddedilmeli” yazmışmış.
Bir gün yine büroya geldi bizimki. Konuşma esnasında birden eğilip pantolonumun paçasını yakaladı ve bağırmaya başladı: “Şu lekeye bak! Marnlı toprak bu!” Sonra paçamdan kazıdığı bir şeyleri ağzına atıp, çiğnemeye başladı ve devam etti: “İçinde kil, kum ve humus bileşimi var. Hem de kil oranı normalden fazla. Karşı tarafın avukatının bürosunun bulunduğu apartmanın bahçesinde görmüştüm ben bunu. Davalının avukatıyla görüştün ha!” O an, gecikmeli de olsa, aslında tam bir deliyle karşı karşıya olduğumu anladım. Ben daha cevap bile veremeden adam tuttu, “Sen nasıl avukatsın! Yazıklar olsun sana! Demek davayı sattın namussuz!” falan deyip suratıma tükürdü. İşte bu, bir kişinin bana karşı yapabileceği en büyük hataydı; çünkü ben de zamanında az Sherlock Holmes filmi izlememiştim hani!
(Yavaş çekim) Önce elindeki dosyayı savurarak hedefin dikkatini dağıt. Ardından sol yanağa kroşe yumruk. Yakadan yakalayıp, burnuna kafa atarak adamı altüst et. Şaşkın bir yumruk savuracak. Dirsek bloğunu ve vücut duruşunu uygula. Aparkatla çeneyi yerinden çıkar. Diyaframa topuk tekmesi. Öldürücü solunu engelle ve direkt yumrukla kaburgalarını çatlat. Özetle, çınlayan kulaklar, çıkık çene, kırık burun, üç çatlak kaburga ve diyaframda iç kanama. Fiziksel iyileşme altı ay, psikolojik iyileşme bir yıl. Surata tükürme yeteneği etkisiz kılındı. (Hızlı çekim) Çat, küt, pat, çat, küt, çaaat…