Boşanmak isteyen müvekkilim, abisiyle birlikte büroma geldi. Evlilik sürecindeki sorunlarını anlatmasını istedim. En başından, lise yıllarından itibaren hayatını anlatmaya başladı. Takdirlik bir öğrenci olduğundan ancak matematikçi kendisine taktığı için lise 3'te takdiri kaçırdığından, o adamı hiçbir zaman affetmeyeceğinden bahsetti. Kafamda, 'Acaba evlilik birliği bu matematikçi yüzünden mi temelden sarsıldı? Pi'yi 3.14 yerine 3.20 falan aldılarsa...' soruları dolaşıyor. Dinlemeye gayret ediyorum ama kafamda bir sürü komik şey dönüyor ve kendi kendime gülmemek için çaba sarf ediyorum. En son mahalledeki bakkalla pirinç meselesi üzerine yaşadığı tartışmayı anlatırken, uçuruma doğru yuvarlanan görüşmeye müdahale ettim. 'Evliliğe gelin lütfen, başlatmayın bakkalınıza' minvalinde sözünü kestim. Evliliğini anlatmaya başladı.
O anlatıyor, ben küçük notlar alıyorum. Arada da boşanma dilekçesinde elimi güçlendirecek doneleri elde edebilmek adına sorular soruyorum. Siz de öyle yapmaz mısınız? Evliliğin bitmesinde gerçekten payı olan nedenleri öğrenmek ve bunları dilekçenizde yazmak istemez misiniz? Mantıklı bir şey değil mi bu? Ama bu konuşmadan sonra öğrendim ki; öyle değilmiş...
– Şiddet olayı yaşadınız mı?
+ Yok avukat bey. Şiddet yok.
– Dayak falan olmadı yani.
+ Ha, dayak mı? Dayak oldu.
– Oldu mu olmadı mı? Sizi dövdü mü?
+ Evet dövdü.
– Hastaneye gittiniz mi?
+ Tabii.
– Rapor?
+ Aldım.
– Rapor yanınızda mı?
+ Evet, buyrun...
Raporu aldım. Lakin, darpla ilgili hiçbir şey bulamıyorum. Ulen nerede bu? Bir baktım, 'üst solunum yolları enfeksiyonu nedeniyle...' diye istirahat verilmiş bir rapor. Allah allah.
– Hanımefendi, siz faranjit olmuşsunuz. Bunun raporunu ben ne yapayım?
+ Siz demediniz mi rapor var mı diye?
– İyi de ben dayak olayıyla ilgili rapor dedim.
+ O yok.
– Nasıl olmaz? Darp şikayetiyle hastaneye gitmediniz mi siz?
+ Yoo. Genzim yanıyordu, ona gittim.
– Hanımefendi, o zaman neden hastaneye gittim diyorsunuz?
+ Avukat bey, hastaneye gidip gitmediğimi sordunuz, ben de gittiğimi söyledim. Yalan mı söyleyeyim?
Yarım bardak kaynar çayı bir dikişte yuttum, yemek borusunu güzelce yaktım ve anlatmaya devam etmesini istedim. O anlatırken yine araya girip sordum:
– Hakaret veya tehdit etti mi?
+ Ooo, kaç kere...
– Şahit var mı?
+ Ooo, çok.
– Peki mahkemede şahitlik yaparlar mı?
+ Ooo, Cemşit abi var mesela.
– Hah, ne gördü bu Cemşit abi?
+ Biz bir seferinde pikniğe gitmiştik.
– Eşiniz piknikte hakaret mi etti size?
+ Yoo.
– Cemşit abi ne gördü peki?
+ İşte pikniğe gittik?
– Nasıl?
+ Pikniğe gittik beraber Cemşit abilerle. Yedik, içtik, döndük.
– Hakaret, tehdit?
+ Yoo? O nereden çıktı?
Hani yarım bardak daha kaynar çay kalmıştı ya, onu da tek seferde yutuverdim. Mideyi deldiğimden emin olduktan sonra tekrar sordum:
– Eşinizin kötü alışkanlıkları var mı? Uyuşturucu, alkol, kumar gibi?
+ Şükür, öyle şeyleri yoktu avukat bey.
– Emin misiniz?
+ Tabii canım. Çok içince olay çıkarıyor hepsi o.
– Hani içmiyordu?
+ O kadarcık da içiyor canım...
Masaya baktım, kafaya dikilecek sıcak içecek kalmamıştı. Ulen, dedim, abisinin bardağında kalan sıcak çayı da mı diksem? Çünkü vücut alıştı... Kaynar çayı dikmeden sakinleşemiyorum. İki saate yakın süren görüşmenin ardından, kaynar çayı-kahveyi-oraleti kafaya dike dike, satır aralarından cımbızla davanın esasına etki edebilecek hususları toplamayı başardım. En kilit noktayı öğrenmeye çalışırken de üzerime kolonya döküp kendimi yakmak zorunda kaldım. Ondan sonra 'avukatlar ne yapıyor ki ya' diyorsunuz. Ne mide, ne yemek borusu, ne ağız ne de dil kaldı. Daha ne yapayım?