15 sene kadar önce... Türk futbolunun zirvede, Galatasaraylı futbolcu Hasan Şaş’ın da Hasan Şaş olduğu zamanlar... 29 Ekim tatilinde Antalya’da bir otele gittik. O zamanlar haberim yok ama otel futbol takımlarının ara sıra kamp için gittikleri bir otelmiş. Otelin bahçesinde fıstık gibi kocaman bir çim saha var. Daha otele girer girmez gözümüze kestirdik, tatilin ikinci gününde de tatilcileri toplayıp animatörlere karşı kıran kırana bir maç yaptık bu sahada.
Ben maçta gençliğin de verdiği enerjiyle bir koşuyorum, bir koşuyorum ki allah allah. Tam saha pres, depara kalkma, adam tutma, çalım atma, kayarak müdahale, uzaktan kaleyi yoklama, kafa topuna çıkma, yok yok. Bir de takım ununu elemiş, eleğini asmış orta yaşlı tatilcilerden oluşunca ben futbolun ilahı oldum resmen. 90 dakika maç yaptık ve benim verdiğim pasla güç bela 1-0 kazandık.
Maçtan sonra denizdi, havuzdu, güneşlenmeydi, atıştırmaydı derken akşam oldu, yemeğe gidelim dedik. Yemek katına bir indim ki, 6-7 kişi ellerinde kağıt, kalem, forma, fotoğraf makinesi beni bekliyor. Görür görmez hemen etrafımı sardılar. Ben daha “Ne oluyor kardeşim” demeye kalmadan “Hasan Şaş, Hasan Şaş” diye tempo tutarak sağıma soluma yapıştı bunlar.
İşte o an, karşıdaki aynada kendimi görüp, Hasan Şaş’a gerçekten inanılmaz benzediğimi fark ettiğim andı! Şaka maka değil, bayağı Hasan Şaş’a benziyordum. Boyumuz, kilomuz, saçımız, kaşımız, gözümüz neredeyse aynıydı. Kardeş olsak bu kadar benzemez. Bir de sabah beni futbol oynarken görünce, insanlar haliyle Hasan Şaş olduğumu düşünmüşlerdi. Ancak bunun sadece benzerlikten ibaret olduğunu gelen insanlara anlatmak ne mümkün!
“Arkadaşlar ben Hasan Şaş değilim” dedim, “Abi taa Urfa’dan geldik, yapma böyle, seni bir daha nerede göreceğiz” diye yalvardı içlerinden biri. “Güzel kardeşim benzetiyorsunuz herhalde” diye devam ettim, “Çocukla da bir fotoğraf çekeyim abi” deyip yüz kiloluk azmanı sırtıma oturtmaya çalıştı bir diğeri. Söyledim kabul etmediler, tane tane anlattım dinlemediler. Hayır, bunlar yetmedi; seslerini duyanlar da, “Koş koş, Hasan Şaş gelmiş” diye yanımıza doluşmaya başladı. Ortalık oldu mahşer yeri.
O kadar da ikna edici ki namussuzlar, ben bile bir ara “Ulan yoksa...” diye geçirdim içimden valla. Yavaş yavaş Hasan Şaş oluyordum sanki. Verdikçe verdiler coşkuyu. En son baktım kurtuluş yok, başka türlü yemeğe bırakmayacaklar; el mecbur Hasan Şaş olduğumu kabul ederek oturdum bir yere. Bir yandan formaları imzalayıp, hayranlarımla fotoğraf çektirirken, bir yandan da gelen sorulara cevap vermeye başladım.
- Hasan Abi, Milan maçındaki o kafa golünü nasıl attın anlatsana?
+ O gol mü? Şimdi, Hagi taa orta sahadan ceza sahasına muhteşem bir top attı, tamam mı. Hagi’den başkası da öyle atamaz zaten. Önce topu göğsümle yumuşatıp, plaseyle kalecinin solundan bırakmayı düşündüm. Ancak baktım kaleci öne çıkmış. Ceza sahası girişinde aşırtma kafayı bir koydum, olduğu yerde kala kaldı seninki.
/ Golden sonra çok mu sevindin abi?
+ Sevinmek ne demek. Akşam televizyonda izledim. Kendimi kaybedip, sağa sola koşturmuşum. Bizim bücür Okan yok mu, bücür Okan. Gelmiş kafamı öpüyor. Hehehe. Ne maçtı be!
/ Abi, Brezilya’ya attığın golü de anlatsana, Brezilya’ya.
- Evet Hasan Abi, onu da anlat. Elimizden kaçırdık Brezilya’yı ama o gol efsaneydi.
Ulan öyle bir gaza getiriyorlar ki adamı, onlar sormasa da anlatacağım zaten!
+ İlk yarı bitti bitecek, uzatmalar oynanıyor. Ben solda kendimi unutturmuşum, ağır ağır ilerliyorum. Son atakta Yıldıray sağdan ortalayınca, ben de sol çaprazdan ceza sahasına girip kaleye doğru koşu yaptım. Topla buluşur buluşmaz bekletmeden bir vurdum, top kalecinin kapattığı köşenin tavanında.
/ Yaşa be abi. Burada çok heyecanlı anlatıyorsun ama golden sonra hiç sevinmemiştin.
+ Aslında ben gol atacağımı bir gün öncesinde rüyamda gördüm. Sağdan orta geliyor, bir vuruyorum ağlar yırtılıyor falan. Maç günü de gol atacağımı bilerek çıktım ya maça, herhalde ondan çok fazla sevinmedim.
Bulmuşsun ne desen inanacak adamları, artık at atabildiğin kadar Ziya...
Neyse, anılar bitti, formalar imzalandı, tekrar tekrar fotoğraflar çekildi, iyi akşamlar dileyip kalktık. Otelde kaldığım süre boyunca her gittiğim yerde bir hürmet bir hürmet. Arada “Ulan Hasan Şaş değil ki bu adam” diye fısıldayanlar da çıktı ama Kral Çıplak masalındaki gibi baktılar herkes Hasan Şaş olduğumu düşünüyor, cengaverlik yapıp bir şey diyemediler. Elin adamı manyak mı sonuçta Hasan Şaş olduğunu söyleyip forma imzalayacak, fotoğraf çektirecek!
Tatil böyle geçti, gitti. Seneler sonra bir sohbet esnasında arkadaşımdan, kuzeninin Antalya’da tatil yaparken Hasan Şaş’la karşılaştığı, formasını imzalattığı ama y.vşak Hasan Şaş’ın formaya sahte imza attığı hikayesini duydum. Ortamdaki herkes gibi “Vay y.vşak vay. Koca Hasan Şaş da taraftarına bunu yapacaksa...” demeyi ihmal etmedim tabii…
Not: Aradan seneler geçti ama Hasan Şaş’a benzetilme lanetim hala bitmedi. Bu yazıyı da birkaç gün önce Hasan Şaş’a olan benzerliğim üzerine yapılan bir yorum üzerine yazıyorum zaten.