top of page
  • ERDEM OKTAR

Adam gibi adam

Büroya öyle bir kararlılıkla girdiler ki aklınız durur. Oldukça öfkeli, bir o kadar da tepkili bir tavırla başlarından geçenleri anlattılar. Daha doğrusu baba anlattı, kız onayladı. Baba anlattıkça kız onaylamaya devam ediyordu. Babayı susturmaya çalışsam da nafile... Yumrukları sıkılı bir şekilde, kimi noktalarda sesi titreyerek, gözleri dolarak anlattı, anlattı, anlattı...


Dayak desen var, kötü muamele ha keza... Aldatma da işin içinde... Küfürler, hakaretler, tehditler gırla... Köle satın almış gibi davranan bir adam. Küçük görüyor, insanların içinde aşağılıyor, yeri geldi mi bağırıp küfür ediyor. Sadece kendi evlerinin değil, anne-babasının evinin de tüm işlerini eşine yükleyen, kadın yorulduğunda da ‘nasıl yorulursun’ diye beline sopayı indiren bir zihniyet... Eza, cefa, işkenceye varan rezillikler... Babası anlattıkça ben fena oluyorum. Kadın ağlıyor, içim kıyılıyor. Birlikte bir çay bahçesine bile gidememenin hayal kırıklığı beni bile pençesine alıyor. Ulan bu ne rezil bir ilişki... Daha iki hafta önce yediği dayağın izi duruyor.



Baba o kadar kararlı ki:


“Ben kızımı köle olsun diye evlendirmedim. İnsanız biz. Babası olarak ben tek fiske bile vurmamışım, sen kimsin benim kızımı dövebiliyorsun? Şeytan diyor git ağzını burnunu kır. Yaparım da... Bu kız gün yüzü görmedi avukat bey. Evlendiğinden beri neler çekti kızım. Biz, kulağımıza geldiği kadarını biliyoruz. Anlatmaz da bu... Üzülmeyelim diye olanı biteni söylemez. Konu komşudan, eş dosttan duyduklarım bile kanı beynime sıçrattı. O fena dayak olayından sonra da evden kaçıp bize geldi. İnanır mısın avukat bey, o an o adam karşımda olsa vururdum. Benim kızımın mutluluğu her şeyden önemli. Sen kimsin? Üç kuruş paran var diye benim bakmaya kıyamadığım kızımı köle mi yapacaksın? Bunlar zengin diye istedikleri her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar. Yerin dibine batsın senin zenginliğin de, adamlığın da... Çektim aldım kızımı avukat bey. Allah hepsinin belasını versin. Babasının ağzından ufacık bir hakaret dahi duymamış bu kız. Neler neler söylemişler. Hiçbir şeye, hiç kimseye eyvallahım yok benim. Ne gerekiyorsa yapalım! Hemen açalım boşanma davasını!..”


Öfkeden elim ayağım titriyor. Detayları konuşup bürodan uğurluyorum. Oturuyorum dilekçenin başına. Kalemden kan damlıyor yemin ederim. Yazdıkça coşuyorum, coştukça yazıyorum. Netice ve talep kısmına ulaştığımda ebat olarak neredeyse bir Sait Faik öyküsüne denk gelmiş dava dilekçeme bakıp son kontrollerimi yapıyorum. Eksik bir şey bıraktık mı, hatalı bir yer var mı, olay örgüsü doğru mu, tanıklar tamam mı... Didik didik ediyorum. Evet, oldu bu. Dilekçenin çıktısını alıp dosyasına koyuyorum. Hazır... Bir kahve söylüyorum. Daha ilk yudumu almadan aklıma mal rejimi sözleşmesi yapılıp yapılmadığı geliyor. Yok yahu, yapmamışlardır. Sanmam. Yapsa ne olacak? Böyle evlilik mi olur? En iyisi sormak. Telefona sarılıp soruyorum. Gelen yanıt net: “Avukat bey, o dediğiniz sözleşmeden yapmışlar. Bürodaysanız tekrar gelelim mi?” Sözleşmeyi de alıp gelmelerini istiyorum.


Birkaç saat sonra tekrar bürodaydılar. Dava dilekçesini güzelce, tane tane okudum. Dinlemediler. Kafa başka yerde... Baba, mal rejimi sözleşmesini ne yapacaklarını sordu. Sözleşme tamam.


– Kardeşim, bu adam sözleşme yaparken seni kandırdı mı?

+ Yok...

– Tehdit falan etti mi?

+ Hayır.

– Noter sana konuyu güzelce açıkladı mı?

+ Evet.

– Bile isteye mi imzaladın bunu?

+ Tabii. Bana ne onun malından mülkünden. Ben onun malı mülküyle mi evleniyorum avukat bey? Hepsi kendinin olsun.


Bu durumda sözleşmenin iptalini sağlamanın zor olduğunu söyleyince, o müşfik, koruyup kollayan, kızı için dünyaları yakacak Hulusi Kentmen gidip yerine Üvey Baba Şemsi İnkaya geliyor... Babanın tepkileri; ‘Sen zaten bu adamı çok seviyorsun değil mi’ ile başlıyor, ‘Bu adamın malını mülkünü, kıçından donunu almadan boşanmak olmaz’la devam ediyor, ‘Ben seni boşuna mı bu adamla evlendirdim’e doğru evriliyor, ‘Sen salaksın, gerizekalısın’la sürüp, finali ‘Beş parasız babaevine dönecek’le bitiriyor. Benim kan normalde hızlı akar. O hızlı akan kan donuyor, damarlarda kanımın donarken çıt çıt çıt diye ses çıkardığını duyabiliyorum. Ağzım İnek Şaban gibi açık, gözler sabit, bir salaklık abidesi olarak adamı izliyorum. Kızın kolundan kavrayıp bürodan çıkıyorlar...


Ertesi sabah baba beni arayarak “Avukat bey, bizim kız çok aşık. Çok seviyor. Zaten yuva yıkmak da günah. Ben bunları barıştıracağım. Hem evi terk etmek de neymiş. Bizde öyle şey olmaz. Her evlilikte olur böyle şeyler” diyor... Kız ölürse, başına bir iş gelirse sorumlusunun o olacağını, canına bir şey olmasa bile o kıyamadığı kızını mutsuzluğa mahkum ettiğini falan anlatıyorum. Ne fayda... Pandaya uzay geometri anlatmak gibi bir şey, ki pandanın daha rahat anlayacağına eminim!


Görüşme bittikten sonra dayanamayıp kızını arıyorum. Zaten müvekkil adayım oydu. Onunla konuşmadan bu defteri kapatmak olmaz. Kadın cinayetlerinden, kötü muameleden, insanlığa yaraşmayan bir hayattan bahsediyorum. Boşanmak istemese bile en azından dayak yediğinde şikayetçi olması gerektiği konusunda uyarıyorum. En nihayetinde kararın kendisine ait olduğunu, olanları ve olabilecekleri vicdani sorumluluğum gereği anlattığımı söylüyorum. ‘Para kazanmak için yuva yıkmaya çalıştığım’ yanıtı üzerine telefonu kapatıyorum. Ne diyeyim bilemiyorum. Bilemediğim için başınızı bu yazıyla şişirmiş bulunuyorum...


1.224 görüntüleme
bottom of page