Her mesleğin, her işin başlangıcı zor ve meşakkatlidir. Ne iş yaparsan yap böyledir. Kimse annesinden o işin ustası olarak doğmaz. Avukatlık da zordur mesela. Ne kadar iyi bir staj yapmış olursan ol; kendi ofisini açıp, kendi davanı alıp, duruşma salonun kapısına gidince dizlerin titrer, sırtından soğuk terler boşanır muhakkak. Dönüp bakınca ne acemilikler yapmadık ki…
Hiç unutmam –unutsam zaten nasıl anlatacaksam?- ben de acemilik dönemimde bayağı bir rezalete imza atmıştım. Örneğin, bir alacak davasında bildirdiğim tanık duruşmaya gelmeyince, hakimim bana söz verdiği an, vakurla uzaklara bakarak; “Davetiyenin tebliğine rağmen gelmemiş, zorla getirilsin efendim” demiştim. Arkada oturan meslektaşların gülüşmeleri eşliğinde hakim de gülerek, “Avukat bey, burası hukuk mahkemesi. Ne zorla getirmesi?” demişti. Bense hala durumu kavrayamayıp, “Hukuk ciddiyet ister hakime hanım, o tanık buraya gelecek!” diye devam etmiştim. Neyse üstadlar araya girmişti de zar zor toparlamıştık. Aman allahım ne büyük rezillik. Ama olur tabii neden olmasın. Acemilik işte...
Bir keresinde de CMK’dan bir ağır ceza mahkemesi görevi gelmişti. Duruşma salonuna girdim; dosya kalabalık, tutuklular var. Üstad avukatlar dizilmiş. O an fark etmiyorum ama herkeste bir tahliye, bir beraat ümidi hakim. Karar duruşmasında mütalaa okundu ama her şey nasıl karışık! Ben daha benim müvekkilin kim olduğunu seçemiyorum. Üstad avukatlar tahliye talepli fevkalade savunmalar yaptılar. Sıra bana gelince, “Dosyayı yeni aldık, inceleyip yazılı olarak beyanda bulunacağız” dedim. Tüm meslektaşlar ve heyet uzaylı gibi bana baktı. Kimsenin dosyanın uzamasına tahammülü yoktu. Herkes karar derdindeydi ve anlaşılan tek çıkıntı bendim. Mahkeme başkanı, “Avukat bey, kaç celsedir karar vermek için uğraşıyoruz; yapmayın allah aşkına” dedi ama artık lafımdan dönmem de zor tabii. Sonrasında, “Yaz kızım. Sanık müdafiinin yazılı olarak beyan sunması için süre verilmesine, beyanını yazılı sunmazsa hakkında şikayetçi olunmasına, bu nedenle duruşmanın bir ay sonraya bırakılmasına…” Homurdanmalar başlayınca zabıt bile almadan toz olmuştum oradan. Sonra gidip mecburen yazılı beyan sundum ama tek satır: “Mütalaanın aleyhe kısımlarını kabul etmiyoruz.”
Acemilik sadece avukatlarla da sınırlı değil tabii. Misal, birkaç sene önce Adana’nın en uzak ilçesi olan Tufanbeyli’den 2-3 dava almıştım. Gidiş beş saat filan sürüyordu ve günde tek otobüs vardı. İlk duruşmaya gittiğimde baktım gencecik bir hakim oturuyor kürsüde. Yeni atanmış ve ilk görev yeriymiş. Arkada tek başıma duruşma saatimin gelmesini beklerken diğer duruşmaları izlemeye başladım. Duruşma yaparken yaprak gibi titriyor kızcağız. Acemilikten tabii. Bir ara bir dosyada karar verecek oldu ama nasıl yanlış bir karar anlatamam. Çekişmenin giderilmesi davasında davacı vatandaş, davalı idarenin kendisine uyguladığı maaş kesme işleminin haksız olduğunu öne sürüp, kaldırılmasını istiyor. İdare avukat göndermemiş. Hakim, “Davanın kabulüne” deyip devam etti: “Davalı idarenin ödemediği tüm tutarların davacıya ödenmesine…” Bunun üzerine davacı “Ne kadar ki?” diye sordu. Hakim de sinirle, “Ne bileyim, git idare ile görüş” şeklinde cevap verdi. Refleks olarak arkadan “Talep var mı?” deyiverdim. Hakim bana baktı, “Ara veriyorum, salonu boşaltın” dedi. Tam çıkacakken de, “Avukat bey ne talebi, anlamadım?” diye sordu. “Davacının herhangi bir para iade talebi yok, dava değeri belirtilmemiş, ona göre harçlandırılmamış. Bu durumda sadece muarazanın menine karar verip, ‘Davacının alacak konusunda ayrı dava açması muhtariyetine’ derseniz daha isabetli olur” şeklinde açıkladım. Teşekkür etti. Celseye kaldığı yerden devam edip, kararı yazdırdı: “Gereği düşünüldü: Muarazanın menine, davacının alacak talebi varsa bu konuda muhtar tayin edilmesine...” Olur tabii, gencecik insan. İlk görev yeri, ne olacak…
Asıl trajikomik olan aynı ilçeye ikinci gidişimdi. Beni gören hakime hanım sevinçten havaya uçtu resmen. Duruşmam bitip gidecekken, “Bir on dakikanız var mı?” diye sordu usulca. “Tabii ki” dedim. Odasına geçtik. Her biri tuğla kalınlığında 7-8 dosya gösterip, “Ben bunların içinden çıkamadım. Bütün işlemleri tamam ama karar vermekte zorlanıyorum. Ne olur yardım edin” dedi. Beşinci bölgedeki adliye gelen hakimler bir sene bile kalmadan gittikleri için hiçbirisi zor dosyalarda karar vermekle uğraşmamıştı. Ne olacak? Oturduk, her bir dosyayı tartıştık. Gidip geldikçe adliyenin sorunlu dosyalarını birer birer erittik. Hakime hanım, tayini çıktığında arkasında hiç eski dosya bırakmamıştı.
Yine geçenlerde merkez adliyede bir asliye ceza duruşması bekliyorum. Acelem de var, biter bitmez diğer binadaki başka duruşmalara koşturacağım. Diğer bir gencecik hakim, belli ki memleketin içinden geçtiği bu hengamede kendisini kürsüde buluvermiş. Duruşmalar görülürken birden bire bir gürültü koptu. Bir meslektaş, mübaşire kızmaya başladı: “Ben sana burada olduğumu belirttim. On dakikalığına savcılığa gidip geldim, sen duruşmamı almışsın. Nasıl alırsın!” Mübaşir, “Sırası geldi, aldım” derken, hakim beyimiz olaya müdahil oldu: “Bağırıp durmayın! Burada duruşma yapıyoruz! Çıkın dışarı!” Çıkarsın çıkmazsın derken hakimimiz coştu: “Herkes çıksın, boşaltın salonu. Yapmıyorum duruşma falan!” Müdahale etme gereği duydum, kalkıp hakimi sakinleştirmeye çalıştım. Duruşma salonunun herkese açık olduğunu; bırakın birilerini çıkarmayı, kapıyı dahi kapatmak için gizlilik kararı alınması gerektiğini; gizlilik kararının hangi hallerde alınacağının da CMK’da yazılı bulunduğunu tane tane anlattım. “Biliyorum avukat bey. Biliyorum ama siz böyle birden hep beraber şey yapınca ben de her şeyi birbirine karıştırdım. Bildiğimi de unuttum” demez mi. Ara verdik, oturduk, çay söyledik. Ortalık sakinleşti. Mübaşir de yeniymiş meğerse. Onunla da, gelip adliyede olduğunu söyleyen avukatların beklenmesi gerektiği konusunda kısa bir konuşma yaptık.
Özetle, hatalar olur; acemiliktir geçer. Önemli olan, ders çıkarmak ve aynı hataları tekrar tekrar yapmamak. Avukatlıkta da böyle, hakimlikte, savcılıkta, katiplikte ya da mübaşirlikte de… Her meslek tecrübe ile pekişir. Bunun yanında, hata ile ölçülemeyecek olan asıl şeyse vicdandır. Acemilikten, bilgisizlikten verilen yanlış kararlar itirazla, istinafla, temyizle bozulur; doğru yolunu bulur. Gelgelelim, menfaat sağlamak ya da birilerine yaranmak için kasıtlı bir şekilde yapılan yanlışlar da var. Bunları yapanların vicdanını yargılamak bizim işimiz değil elbette. Ancak unutulmamalı ki, burada yaralanan toplum vicdanı. Ve toplumsal hafıza bunları unutmaz. Bizim acemiliklerimize gülünür geçilir elbet ama vicdanla şaka olmaz...