En sevdiğim film türüdür zombi filmleri. Dünyaya yayılan bir virüs sonucu insanların genetiği bozulur; ana, baba, dayı, kayınço, bacanak demeden herkes birbirini yemeye başlar. Bayıla bayıla izleriz. Neden? Belki de içten içe üçkağıtçı dayıyı, dedikoducu kayınçoyu dişlemeyi istemekteyiz. Ama yok temel neden o değil. Dünyaya göktaşı çarpmalı, uzaylı istila etmeli, zombiye dönüşmeli tüm filmlerin ortak noktası şudur ki; o filmlerde kimse ertesi gün işe gitmez. Sabah kalkıp traş olmaz, adliyeye yarış atı gibi koşturmaz. Dünyevi düzen bozulmuştur çünkü. İşte herkesin özendiği, aradığı dünya budur aslında. İş olmasın, okul olmasın, düzen olmasın; varsın zombi olsun, yağma olsun, ganimetçilik olsun, ne var ki? Bu kadar sıkılmışız işte içinde bulunduğumuz düzenden. Belki zombilik çapında tüm insanları hedef alan dünyevi bir virüsümüz yok ama buna benzer türlü türlü mesleki virüslerimiz var. Baktığında gayet normal görünen insanlar, ruhsatı alıp cübbeyi giyince (artık o cübbede ne çeşit bir virüs varsa) anında değişiveriyorlar. Virüs bulaşıp aklı fikri esir alıyor ve bazı arkadaşları, meslektaşları tanınmaz hale getiriyor. Bakalım;
Siyaset Virüsü :
Sınıf arkadaşın, okul arkadaşın, mahalle arkadaşın. Çok gezdik, eğlendik, fırlamalık yaptık, sarhoş olduk dağıttık, sevindik güldük, üzüldük ağladık. Mesleğin başında beraber süründük. Sonra bu kaldırdı kafayı, baktı çevre ve iş kovalamanın yolu siyasetten geçiyor. E güzel, gitti girdi falan partide siyasete, eyvallah. “Hedef belli” deyip, “hayat” deyip geçiyorsun ama öyle değil işte. Öyle pis bir virüs ki bu, evlerden ırak! Zerk edildiği anda sardı vücudu. Önce bizden elini ayağını kesti, oturmaz kalkmaz oldu. Siyasi çizgimiz zıt diye neredeyse selamı bile kerhen vermeye başladı. “Falancanın cenazesine katıldık, filancanın nikahında bulunduk, ilçe başkanımızın oğlunun sünnetinde pipisini tuttuk” tarzı antipatik paylaşımlarını da görmezden geldik ama partisinin ortak noktamız olan hukuku, hakkı, adaleti görmezden gelen ayaklar altına alan yönetim anlayışını bu kadar can siparene savunmasına, salla hukuku, aslolan devletin bekasıdır tarzı konuşmalarına, paylaşımlarına baktıkça “Vah canım arkadaşım. Gitti mankurt oldu, gitti zombi oldu” diye hüzünleniyoruz maalesef.
Janti Avukat Virüsü :
Fakültede aynı ortamda, aynı evlerdeydik. Benim güzel bir kazağım vardı. Senin o dönemin modası küt burun çizmelerin. Değişir değişir giyerdik. Kim kızla buluşacaksa seferber ederdik tüm imkanları; jöleyi, parfümü komünist sistemde paylaşırdık. Ne oldu? Ne oldu da böyle ne oldum delisi oldun? Karakteri koyacak yer arıyordun da üç bölüm Suit izleyince derhal Harvey Specter’e dönüştün! Hem de bizi beğenmez oldun. Orta sınıf mağazadan on takım, kravat, yelek; benzinini, taksidini babanın ödediği ciks markanın en ucuzundan araba. Bir de plaza katında ofis anahtarı, eline yapıştı lan uzun parlement, zippo çakmak, güneş gözlüğü, araba anahtarı. Bunları biri elinden çekip alsa ismini unutacan, hebele hübele diye konuşacan ortalarda diye korkuyoruz. Gel bırak bu işleri, özüne dön. O durmadan spor salonundan, plaza girişinden, ofiste masandan attığın bol jöleli resimlere biz bakıp gülüyoruz haberin olsun. Ayrıca araba teybine telefonu dayayıp şarkı dinletmeli anlık videolarından kadar itici bir şey yok hayatımızda.
Homo Homini Lupus Virüsü :
Yaa bak hatırladın mı, beraber okumuştuk Roma Hukuku’nu. “İnsan insanın kurdudur” derdi rahmetli Hobbes. Anlamış gözükmüştün o ara ama meğer sen bunu “Avukat avukatın kurdudur” şeklinde anlamışsın ya a benim canım arkadaşım! Ancak çok güzel uyguluyorsun doğrusu yanlış anladığını. Üç kuruş vekalet ücreti alamayalım diye ne taklalar attın. Müvekkilinin tırnağına değiştin anında meslektaşlığımızı, arkadaşlığımızı. Taraf olduğumuz dosyada bizden habersiz alacaklı ile borçluyu anlaştırdın ve sıkı sıkı tembihledin müvekkilini karşı taraftan yazı al, “Alacağımı vekalet ücreti dahil tastamam tahsil ettim” yazdır dedin. Başka dosyada mahkemeye örnek kararlar sundun, “Yargıtay görüş değiştirdiği için karşı taraf vekiline vekalet ücreti hükmedilemez” diye. Yine bir dosyada aradım “anlaşalım, davaya gerek yok” dedim. “Mümkün değil, tek kuruş vermeyiz” diye cevapladın müvekkiline hiç danışmadan. Ne oldu, açtık davayı kaybettin. Kaybettin de “Karşı taraf hakimi bağlamış, bilirkişiye para vermiş” dedin ya müvekkiline izah olarak. Yuh sana! 100 km ötedeki ilçeye duruşmaya gittik sabahın köründe, gittik de orada öğrendik dosyaya saat yahut gün mazereti verdiğini! Nezaket edip bir telefon açmadın, “Meslektaşım gidip orada armut gibi bekleme, ben geç geleceğim” demedin. Oturduk bekledik. Sonra başka dosyada ben bir 5 dakika geç kalmıştım ya hani, hemen aldırdın ya da düşürdün dosyayı hatırladın mı? Cevap olarak da “Nasıl olsa kaybedeceğin davaydı, beklemeye gerek görmedim” dedin. Ne diyelim, allah ıslah etsin.
Sınır Tanımayan Sataşmacı Virüsü :
Sınır tanımayan doktorlar, gazeteciler var. Bunlar mesleklerinin kutsallığından ve topluma hizmetlerinin elzemliğinden dolayı sınır tanımıyorlar. Sen ise nasıl illet bir virüse kapıldıysan, sınırı savunmanın hadsizliğinde arşa çıkardın. Yahu o nasıl dilekçe yazmaktır öyle. Kadın ya da adam geldi, “Anlaşamıyoruz, boşanmak istiyorum. Karşı yan razı değil, aç çekişmeli davayı” dedi. Elle tutulur ne geçimsizlik sebebi var ise belgelendir ve aç değil mi? Ama yoook, müvekkilim sütten taze çıkmış ak kaşık, fakat bu karşı yan var ya karşı yaaan, nasıl nekbettir, nasıl mendeburdur, içkicidir, kumarcıdır, adam değildir, pisliktir diye döşendin de döşendin. Ceza davasında müşteki vekili isen sanığın seceresini çıkarıp, “Bakın bu suç makinesidir, falan tarihte karşılıksız çek kesmiş, filan tarihte taahhüdünü ihlal etmiş, bunun babası da zaten gençliğinde kaçak kat çıkmış, yani müvekkilime araba ile çarptı ise bunu kesin kasten yapmıştır. Müebbet istiyoruz sayın hakim” dedin. Bu içler acısı halini tiye alan bir dilekçe ile karşına çıktığımızda aynı hıncı bize de gösterip, “Karşı yan vekili hukuku bilmemektedir, kim bilir nere mezunu? Allah bilir vakıflıdır bu” yazdın mahkemeye verdiğin dilekçeye. Ayıp!
Hububat Fiyatları Virüsü :
Bunun en gelişmiş modeli şu an birlik başkanımız. Hukuka zerre önem vermeyen devlet büyüklerine kendince bir hukuki atar gider yapmaya çalışınca aldığı sert tepki ile değişik bir tip oldu çıktı. Mesleği de unuttu, kendini de. Hububat fiyatları, elektrikli otomobil diye dolanıyor ortalarda. Bu terörist, şu değil gibi fişleme işlerine de girişti. Bir de neymiş Nuriye ve Semih hocalara evlat şefkati göstermesini beklemeyecekmişiz. Meslek yere batmış, sen bunu git fındık üreticileriyle tartış. Umarım uygun panzehir bulunur da yakında şifaya kavuşursun.